Sunday, December 27, 2009

inci gibi dişler


Bebeğime ilk diş fırçasını sonunda aldım, hep aklımdaydı, niyeyse bir türlü alamamıştım, son üç gündür her sabah kahvaltıdan ve her akşam yemeğinden sonra, yani günde iki kere dişlerimizi (ağzımızda henüz iki adet mevcut) ve dişetlerimizi fırçalıyoruz. Bebekler için yapılmış olan ve fluorid içermeyen diş macunu ile bebeklerin hassas dişetlerine ve damaklarına uygun yumuşak uçlu diş fırçamızı kullanıyoruz. Tabii bu işi ben icra ediyorum, ama eğlenceli bir enerji ile yapıyorum ki mızıldanmayalım. Bu aralar "Mr. Mızıl Man" diye çağırdığım ve hatta adına "mızıling" diye bir kelime bile türettiğim bebeğim artık önemli bir gerekçe olmadıkça ağlamıyor, ama söylenip mızıldanmayı ihmal etmiyor. Bağırmak, ağlamak yok, ama mızıldanmak var, çok tatlısın, konuşuyorsun oğlum sen, anne diyorsun bana, içimi eritiyorsun, anneee diye sonunu uzatışın var ki deli oluyorum...

Diş mevzusuna geri gelirsek, diş fırçalama işini eğlenceli bir alışkanlık haline getirmek şimdilik çok zor değil, zaten kaşınmakta olan dişetlerine ve keskinliğini keşfetmek için fırsat kolladığın minik dişlerine yaptığım masaj keyifli geliyor sana, bu işi gülücükler saçarak yaptım mı, bir de sonunda diş fırçanla azıcık oynamanı sağladım mı (hani az biraz da sen kendin fırçalarmışsın gibi) herşey yolunda gidiyor. Anladığım kadarıyla henüz dişler çıkmadan da dördüncü aydan sonra başlanabiliyor bu fırçalama işine, amaç yenilen ve içilen herşeyin bıraktığı kalıntılardan ağzı arındırmak, biz biraz ihmal ettik sanırım, yani daha erken başlayabilirdik, gerçi ne zaman başlansa kardır, dişlerimizin de ancak dokuzuncu aydan sonra çıktığı düşünülürse durum iyi demektir. Bebeğime bu çok önemli alışkanlığı erkenden kazandırmaya niyetliyim. Akıllı bebeğim, dişlerini her gün fırçala ki inci gibi dişlerin olsun.


Her türlü yeni deneyime açık bilge bebeğim, sen güldüğünde, kahkahalar attığında bu kış günü içimiz sımsıcak oluyor.

Tuesday, December 22, 2009

uyku

Sen uyurken seni düşünüyorum oğlum, sabah kahvaltını ettikten sonra, altın temiz, sütünü içmişsin, vücudun sımsıcak, yatağın rahat, sevdiğin minik külahlı oyuncağın yanında, hafif bir mızıldanma, sonrasında uyku...

Sen uyurken kokunu duyumsuyorum burnumda oğlum, akşam yemeğini yemişsin, banyonu yapmış, her zamanki gibi sudan çıkmak istemeyip çığlığı basmışsın, pijamalarını giymiş, babanla sevgi öpücüklerimize, aşkla mıncıklamalarımıza sarınmış, ısınmışsın, yumoş uyku tulumuna girmiş, sütümden sıcacık içtikten sonra yatağına yatmışsın. Kimi zaman kendin uykuya daldığın gibi kimi zaman da beni yanında istemişsin.

Uyku düzenimizi, uykuya dalmayı, uyurken uyku hafiflediğinde geri uyumayı başarmayı, gelişimin ve tüm öğrendiklerini hazmetmen için çok gerekli olan gündüz uykularını, rutin dediğimiz yemek/süt-oyun-uyku üçlemesini yaşama oturtabilmeyi ve daha birçok aşamayı birlikte katettik. Okuduğum kitaplardan, incelemeler yaptığım internet sitelerinden de öte, içimde, en derin tınılarla duyumsadığım, yavrumun tüm ihtiyaçlarına kılavuz o dürtü bana yol gösterdi. Bununla birlikte, sen benim en büyük yardımcım oldun, tabii babanla birlikte. Bazı zamanlar baban benim inandığım plana benden daha fazla inandı ve o yoldan sapmamam için bana destek verdi. Bazı günler onun önsezileri daha doğruydu, hatta daha gerçekçiydi. Bazen deneyimlediğimiz bir zamanlama-metod-sonuç bütünlüğü senin düzeltmelerin ile biçim değiştirdi.

Evimize geldiğin ilk günden itibaren kendi yatağında uyudun. Tüm zorluklarına rağmen seni kendi yatağında uyumaya alışman için ilk günden odanda uyuttum. Gündüzleri beraber uyuduğumuz oldu, sabahları seni koynuma aldığım da, ama en temelde hep kendi odanı, yatağını bildin. Sabah uyandıktan ve sütünü içtikten sonra kahvaltı ediyoruz, oyun oynuyoruz, sonra yemeğin üstüne bir emzirme daha, odan karanlık, usul usul yağmur ormanı müziğin, yatak, tatlı uykular... Uyandıktan üç saat sonra yoruluyorsun. Yedi ila sekiz aylığa kadar sabah yedide uyandıktan sonra dokuz gibi uyuyordun, saat onlara çekilen sabah uykun sanırım ilk yaşgününle ortadan kalkacak. Şimdilerde on ya da on buçuk gibi ancak uyuyorsun, sen çok yorulmadan yatağına koyuyorum seni, kendi kendine uykuya dal diye. Çoğu zaman az biraz oyun ve mızıldanmayla uyuyorsun. Yatağına koymadan önce seni rahatlatmayı ihmal etmiyorum, yoksa öyle hemen bırakılmak istemiyorsun. Öğlen gibi uyanınca beraber yeniden merhabalaşıyoruz, öğle yemeğini bir gibi veriyorum, uyanma saatine göre ikinci uykunu ayarlıyoruz, uykudan bir saat önce yesen iyi oluyor. Yemek, oyun, süt ve yatak... Uyanınca akşam yemeği, banyo, yatak üçlemesi benzer şekillerde devam ediyor. Oyun zamanında beraber kitap okuma, şarkılar söyleme, müzik ve dans aktiviteleri, mıncık ve öpücükler olduğu gibi kendi başına oyuncaklarınla oynamak da var tabii.

Evin dışında aktiviteler yapıldığında uyku saatlerini nasıl ayarlamak gerektiğine gelince, bu düzene göre evden hiç çıkmadığımız sanılmasın. Sabah uykusundan uyanınca dışarı çıkmak ya da eğer ikinci uyku erken uyunmuşsa uyanınca çıkmak mümkün. Ya da ikinci uykuyu arabada uyutmak. Genel olarak sallanmadan alınan uykuyu kalitesi sebebiyle tercih ettiğimden bunu da aza indirgiyoruz. Bebeğim uykuyu seven, uykuya dalmayı çabuk öğrenmiş bir bebeksin. Bu konuda hakkın büyük. Ben ağlatma işini pek beceremiyorum, şöyle ki, bir saat boyunca ciyak ciyak kim ağlasa bayılır, kısa süreli ağlatmalar, rahatlatıp yeniden denemeler biraz uzun soluklu olsa da daha yumuşak geçişler sağlıyor, hem anne hem de bebek için. Yoksa aylarca memede uyumuş bir bebeği elbette ki birden tek başına "hadi kendin uykuya dal" deyip ağlatmak akıl karı değil. Bence her anne ağlama biçiminden bebeğinin derdi neymiş anlar. Eşler bazen bunu daha iyi yapabiliyor. Mesela bizim babamız ben yufka yürekle hemen içeri dalmak istediğim kimi zamanlarda "biraz dur, uyur kendisi" der, doğru çıkar çoğu zaman. Bazen çok yorgunumdur "biraz bekleyeyim belki kendi uyur" derim, babamız, "uyuyacağı yok, belli" der, çok da doğru çıkar. Diyalog aynen böyle gelişir ama, çok alem. Bazen de uyutma, rahatlatma işini babaya bırakmak en iyisidir, benzerine rastlanmayan becerilerini her fırsatta ortaya koymalarına izin vermek gerek, yoksa anne emziriyor diye her seferinde iş ona düştüğünde bebeğin her uyuyamadığında anneyi araması kaçınılmaz. Bunu her zaman uygulamak zor, işe yaramadığı da çok oluyor ama denemeye çalışmakta fayda var, arada nefes alabilmek ve babaların çok faydalı katkısını da almak adına.

Bir de her bebeğin bir kılavuzu olsaydı ve karnımızdan öyle çıksalardı ne iyi olurdu diyemeyeceğim, çünkü inanıyorum ki biz annelerin içinde bu güdü var, sadece kulak vermeyi bilmeli. Bir de etraftan iyi niyetle çok bilge fikirleri olan herkese kulak vermemek en iyisi, bazen tutarsız teknikler de işin iyice sarpa sarmasına sebep olabiliyor. Herkesin kendi yaşam felsefesine uygun bir metodu vardır, bebeğin nelere ne zaman hazır olacağına dair teorileri, araştırmaları inceleyip, sonuçları kendi bebeğine uyarlayan annelerin daha iyi sonuçlar aldığını gördüm hep.

Bütün bunları niye yazdım, paylaşmak için elbette. Bebeğim öyle hızlı büyüyorsun ki, seninle öğrenmenin, paylaşmanın her anını tadına doyulmaz bir keyifle yaşıyorum. Uykunda, uyanıkken her anında seni sevip içimde hissediyorum. Babil'im, yavrum, meleğim. Saat onikiye geliyor, onbire doğru ancak uyudun, birazdan uyanırsın, kar yağıyor bugün. Şehir merkezine buz pateni kaymaya ineceğiz, sen de bu karlı günde bu şehri bir kere daha göreceksin. Varlığın hayatımızın en tatlı enerjisi, bilge bebeğim, mavişim...

Saturday, December 19, 2009

tatil


Tatil dönüşü yerleşmesi bu hafta sonumuzu ele geçirmişken tatil maceramızı yazmayı geciktirmek istemedim. Uçak yolculuğundan eve dönüşümüze dek herşey çok keyifli geçti, dönüşte uçağın kapısında içeri alınan arabanı uçaktan inişte bulamayışımız dışında bir gariplik olmadı, meğer arabayı içeri almamış akıllılar, neyse ki havayolu firması arabayı dönüşümüzün ertesi günü evimize gönderdi. Bebeğim, ben saydım, on aya on uçak yolculuğu sığdırmışsın, artık iyice alıştın uçmaya. Uçakta oyunculuğundan ödün vermediği halde uykusunu ihmal etmeyen kuzum, Babil'im, canım yavrum, gezgin ruhlum, maceracı meleğim, her gittiği yere kolayca alışan ve keyifle gözlemlemeye koyulan minik yüreğim, "army crawl" dediğimiz şekilde asker gibi kollarınla kendini yerde çeke çeke emekliyorsun ve her yere el atmayı hedeflediğini gösteriyorsun bize. Babanın kitaplarından, dosyalarından ulaşabildiklerini yere indirmeye başladın bile. Ellerinden tuttuğumuzda adım atarak yürüme alıştırmalarına bayılıyorsun. Ayakta durmaya da pek bir meraklısın. Keşiflerinin her anını keyifle yaşıyoruz.

Tatil boyunca ben her gün iki buçuk üç saat kadar ancak kaydım, zaten benim için yeterince yorucu olduğundan bu kadarı yetti de arttı bile, ben kayarken babanla beraberdiniz, seni kreşe vermemiz gerekmedi anlayacağın. Canım kuzum, irtifanın verdiği kana kana su içme ihtiyacı sende çılgınca süt emme isteği yarattı, gece gündüz emdin. Dağ havasını minik ciğerlerine çektin, farklı bir havada, coğrafyada olmanın getirdiği keşif duygusuyla etrafını gözlemledin hep. Bebeğim, "ne iyi oldu da geldik" dedim seni her gezdirdiğimde, baban sayesinde tabii, yoksa bize kalsa pinekleyecektik bütün kış Chicago denen bu dümdüz coğrafyada. Başta acaba ders mı alsam derken vazgeçip kendimi attım pistlere, yeşilleri geçip mavi pistlerde bile boy gösterdim, kimi zaman durdum, bir manzaraya daldım. Baban bir akşam "insan kayarken başka hiçbirşey düşünmüyor" demişti, hem de ne çok doğru demiş. Sen karnımda ve yanımda oldun olalı senden ayrı bir düşüncem olmadı, olmuyor, ama ilk kez bu tatilde, kayak kayarken ve tabii sen babanlayken, kendimi sadece kayak mücadeleme verdiğimi ve sadece buna odaklandığımı hissettim, ne farklı bir duyguymuş! Doğanın büyülü duruluğunda bir noktacık olmaya çalışmak... Zihinden geçen kısacık bir düşünce gibi doğanın engin varlığında birer noktacık olmak...

Gittiğimiz kayak merkezi çocuklu aileler için biçilmiş kaftan, kayak okulu, kreşi, buz pateni sahası, herşeyiyle mükemmeldi. Gelecek sene bu zamanlar, kayak okulu için yaşın küçük olsa da baban seni kayağa başlatacak. Bazı ebeveynleri gördük, miniminnacık kayakları ayaklarına giymiş bebelerini bacak aralarına alarak kendileriyle kaydırıyorlardı, baban da görmüş, mutlaka seneye birlikte bu tekniği deneyeceksiniz. Her kış sen de öğren diye bir kayak merkezine gideceğiz mutlaka, sebep sadece o değil, biz de seviyoruz bu sporu. Ağaç yaşken eğilir sözü boşuna değil, ben şimdi uğraşıp duruyorum, vücuduma öğretmek için mücadele veriyorum, sen ise tüm doğallığıyla öğrenecek, bu sporu vücudunun her miliminde özümseyerek keşfedeceksin, ama ben de her ne olursa olsun bu işi keyif halinde sürdürmeye kararlıyım, zaten aksi olamaz, baban var başımda ya, ama ben de pes etmem kolay kolay, azmimin elinden birşey kurtulmaz.

Babil, oğlum, on ayın doldu, bir yaşına iki aydan az kaldı bile, sana bakıyorum, bir anı yakalıyorum, o tek bir anı yakalıyorum, seninle yakalıyoruz o anı, bana bakıyorsun, bana bakışına hayran kalıyorum, o anı benden daha çok bilişine, hissedişine, yakalayışına şaşırmıyorum, gülümsüyorum, bilge bebeğim, sütüm, misim, her gün kulağına fısıldadığım gibi, seni seviyorum.

Wednesday, December 9, 2009

gökkuşağı


Yıkanıp yeniden kullanılabilir bezler kreasyonumuzu genişletiyoruz, bu bezleri kullanmanın keyfine diyecek yok, çok da pratik, atılabilir bezleri kullanmayı sonunda azalttım, ama tamamen kaldıramadım, neden derseniz, mesela haftaya gideceğimiz kayak tatilinde kullanılıp atılan bezlerden kullanacağız, olsun varsın, yapabildiğimiz kadar artık.

İki ayrı markayı denedikten sonra siparişler verdim, FuzziBunz ve BumGenius. Çok güzeller. Oğluma da pek bir yakıştı hepsi. Bir bez değişiminden sonra pozumuzu aldık, yoksa tropik bir yerde yaşadığımız sanılmasın. İlk kar düştü bile, kayak tatilinden önce antrenman oldu bize, yarın sıcaklık -9 derecelere düşebilir. Kış geldi. Tatil için hazırlıklar az çok tamamlandı, birkaç eksiğimiz var, onun dışında organik hazır mamalar, bezler, gerekebilecekleri içeren önlem çantacığı, götürülecekler listesinde daha neler neler var.

Ailecek tatil tecrübemiz Babil üç aylıkken başladı, bana kalsa belki gitmem, her seferinde gitmeden önceki hazırlıklar telaşına sıkılırım ama gidince hep güzel olur, babamızın planlaması ile zaten bu kaçınılmaz, oğlum miniminnacıkken okyanusa girdi, dağlara gitti, yine gidecek şimdi, yaşadığımız şehrin kelimenin tam anlamıyla dümdüz olması sebebiyle gözümüz dağları arıyor. Her zaman dağların ufuktaki görüntüsü bana deniz ya da okyanus kıyısında olmak kadar uçsuz bucaksızlık hissi vermiştir. Babil oğlum, sen de annen ve baban gibi gezmeyi, keşfetmeyi seveceksin, ben yirmi dört yaşımda kendi ülkemden çıktım, sen ise üç aylıktın doğduğun yerden başka bir ülkeye gittiğinde, ne güzel... Keşif serüvenimiz daha yeni başladı.

Bu sabah son birkaç gündür ucu görünen dişin geldi, ilk çıkan dişine komşu oldu, hoşgeldi. Bilge bebeğim benim, usul usul nasıl da çıkardın sen bu dişleri? Hayatın eşsiz güzellikteki binbir rengini kalbime çizen bebeğim, sabah güneşim, aydınlığım, seni seviyorum.

Sunday, December 6, 2009

tat

Babil, bebeğim, altı aylıkken başladığımız katı gıda serüvenimiz, benim de kendimi seninle yeni deneyimlere fazlasıyla kaptırmış olmam sebebiyle pek heyecanlı ve bir o kadar da keyifli geçiyor. Sen yeni tatlara açık, maceracı bir iştaha sahip bir bebeksin, şimdiye dek deneyimlemiş olduğun tatlarla, yemeklerle uzun bir liste yapılır. Ben şimdilik en çok sevdiklerini paylaşmak istiyorum, ileride bakmak istediğinde senin katı gıdaya geçişinle ilgili tuttuğum tüm günlükleri, aldığım kitapları, kestiğim kupürleri sakladığım şekliyle bulabileceksin. Bugüne dek deneyip de çok sevdiğin bu tatların kimisi kitaplardan bulduğum, kimisi benim en çok sevdiğim yemekler, bazısı ise senin kendi tercihlerin ile kombinasyon oluşturduğun tarifler. Yapacağım sıralama ise aklıma geldiği gibi olacak, yoksa belirli bir tercih sırası yok, bütün bu yemekleri çok sevdiğini, çığlık atıp, elini tabağa daldırarak ya da tabak benim elimdeyse bana uzanarak gösteriyorsun. Hele o çiğnemen yok mu, canım, seni içime sokasım geliyor, sen sevdikçe benim yemek yapma aşkım kabarıyor. Zaten yemek yapmayı, yemeyi, yedirmeyi pek bir severim, umarız senin sağlıklı beslenme konusunda iyi alışkanlıklar edinmeni sağlıyoruzdur. Gelelim kısa favori yemek listene:

Bebek müslisi (tarifin kaynağı, Annabel Karmel'in First Meals adı kıtabı): Geceden 1/3 bardak çekilmiş yulaf, 1/4 bardak buğday tohumu (İngilizcesi wheat germ), bir adet doğranmış kuru kayısı, bir yemek kaşığı kuru üzüm karışımını üstünü gececek kadar ya da 2/3 bardak ölçüsünde üzüm veya organik elma suyuna yatırıyorum, sabaha suyunu çekmiş olan bu karışıma yarım elma rendesi ile üç yaş üzümü (kabuğu soyulmuş, çekirdeği varsa çıkarılıp doğranmış) ekliyorum. Hepsi iki porsiyon ediyor, kalanı da ben yiyorum. Şimdilik hepsini püre haline getirip veriyorum, ileride çiğnemede ve öğütmede uzmanlaşılınca aynen de verebilirim. Ha bir de eğer buğday tohumu (İngilizcesi wheat germ) fazla gelirse, acı olursa tadı, daha az konulup yulafı fazla konulabilir. İngilizcelerini de yazdığım terimlerin Türkçesi'nden emin değilim, ondan yazdım.

Kaşarlı brokoli (tarifin kaynağı sensin, iki favori besinin bir arada): Brokoli çiçekleri düdüklüde veya buharlı pişiricide haşlanır, yanında çedar peyniri gibi sert bir peynirin rendesiyle verilir.

Yoğurtlu ıspanak (tarifin kaynağı benim, ıspanağa bayılırım, sen de bayılıyorsun, ne mutlu bana): Bildiğimiz ıspanak yemeği, içine tuz, baharat koymadan, azıcık zeytinyağı ile az soğanı iyice pişinceye dek kavuruyorum, soğan kapağı kapalı kavrulunca yanmadan yumuşacık ve pembeleşmiş kalıyor, üzerine bir küçük domates doğruyorum, ya da arzu edersem biraz kıymayı da kavuruyorum, sonra ekliyorum domatesi, üzerine minik doğranmış ıspanak, belki biraz da esmer pirinç, pirinç katarsam azıcık su da eklerim, bazen önceden kendi hazırladığım tavuk suyundan (buzlukta küp küp donduruyorum) ekleyebiliyorum, azıcık sulu olunca içine kepek ekmeği de doğrayabiliyorum, yanına da yoğurt koyunca güzel oluyor.

Sebzeli hindi kıyma (tarifin kaynağı biziz, sen hindi etini biraz sert buldun, ben yumuşak pişiremedim, derken hindi kıyması deneyelim dedim, içine de sevdiğin sebzeleri katayım ki ilk deneyimdeki gibi yüzün buruşmasın dedim, sonuç başarılı): Soğanla hindi kıyması kavrulur, küp küp doğranmış mevsim sebzeleri ile pişirilir. Burada tercih ettiklerimden aklıma şimdi gelenler yabanhavucu (İngilizcesi parsnip), havuç, patates türleri, çeşitli renkte biberler, pırasanın beyaz kısmı, domates, önceden haşlanmış bezelye veya taze fasulye...

Bebek köftesi (tarifin kaynağı benim, babanla kendime salçalı, patatesli, biberli İzmir köfte yapıyordum, senin versiyonun da minik ağzına uygun boyutta, tuzsuz, domatesli, sebzeli oldu, dişetlerin, damağınla çiğniyorsun, hiç affetmiyorsun, suluysa içine yine kepek ekmeği ufalıyorum, mis!): Tuz ve baharat katmadan köfte yapılır, kuzumun ağzında çiğneyeceği boyutta köfteler yapılır, az zeytinyağında çok kızartmadan çevrilir, yanında patates, havuç, biber, domatesle pişirilir, sulu olursa içine ekmek doğranabilir.

Kırmızı biberli mercimek (tarifin kaynağı, Annabel Karmel'in First Meals adı kıtabı): Koyu kıvamlı bir mercimek çorbası bu, kırmızı mercimek, havuç, kırmızı biber, soğan, evde tuzsuz hazırlanmış tavuk suyu ile pişiriliyor, hepsi pişince püre haline getirilip çedar peyniri ile servis edilebilir.

Diğer favori atıştırmalıklar ve tatlar arasında pancar, avokado, kaşar peyniri, tofu küpleri, cheerios ve puffs adındaki minik gevrekler, her türlü meyve küpleri (muz, mango, papaya, şeftali, elma, armut, kivi, yabanmersini, erik, nektarin, kavun...), karnıbahar, fasulye, patates, bezelye, brüksel lahanası gibi bilimum haşlanmış sebze şekilleri, kıvırcık ya da alfabe şekilli makarna, kemirmelik grisini, içine keten tohumu katılarak pişirilmiş yumuşak pancake ile meyve parçacıkları, yumurta sarısı, iyi pişmiş tavuk ve balık parçacıkları, tahinli yoğurt, kabak dolma... Kısa dedik, listeyi uzattık!

Bir de anne sütü var halen içtiğin, keyifle verdiğim...

Ha bir de her yemekten sonra ve ara öğünlerde de su içiyorsun. Tatsız suyun tadına alış istedim, süt içmeni etkilemeyecek kadar tabii.

Afiyet olsun yavruma...

Wednesday, December 2, 2009

zaman ve ifade

Oğlum, ilk yaşını tamamlamana az kaldı diyebiliriz, zaman hızlıca geçiyor. Zamanın hayatlarımızı saran gücünü, farkındalık, bilgi ve bilinçle yaşayarak elinde hissedebilirsin, anı yaşayarak, şimdinin eşsiz büyüsünü duyumsayarak. "Zaman dursun, şu an kalsın, kokun ve sen koynumda" dediğim öyle güzel günler yaşıyoruz ki... Tekrar tekrar diyebilirim, aynı cümle zihnimde: Zaman dursun, şu an kalsın, kokun ve sen koynumda. Zaman dursun, şu an kalsın, kokun ve sen koynumda. Yavrum, kuzum...

Bu yaz ilk kez Türkiye'ye gideceğiz, çok keyifli geçeceğine eminim, üç hafta kısa bir zaman olsa da senin ilk yaşında, geriye dönüp baktığında önemli bir yeri olacağına eminim. Babanla ben sana anadilini konuşuyoruz, büyüdüğünde bu dilin güzelliğini daha da fazla anlayacaksın. Zamanın gücünü şimdinin eşsizsizliğinde hissedebilmenin, kalıcılığı ve ölümsüzlüğü var etmenin en önemli yolu ifade olsa gerek, anadilinle, bildiğin tüm dillerle ve bu dillerin zenginliği ile yaşamını sürdürebilmek, ifadelerinin zenginliği ve derinliğiyle varolmak çok önemli. Baban sana adını koyarken anlam evreninin en derininde duyumsadı seni, senin adın Babil.

Çok küçük yaşlardan itibaren başka diller de öğrenme imkanım oldu, bunun için anneme ve babama, özellikle de anneme ne kadar teşekkür etsem azdır. Annemin ilkokul son sınıfta kolej sınavlarına girmeden önce tercihlerim arasına Fransızca eğitim veren bir okulu koymam konusunda bana önayak olması benim bugünkü dil becerilerimin ve yeni kültürleri keşfetme sevgimin temelidir. O günü dün gibi anımsıyorum. Bana sormuştu, kızım bak bu okul da var, yazmak ister misin diye. Olur demiştim o zaman, olur dememin ardından Fransızca'nın halen bir şekilde ayakta tutabildiğim büyüsüne ve bilgisine açılan kapıdan içeri girmiştim (Bir şekilde diyorum, çünkü Amerika'da yaşamanın getirdiği kapsam ve eşime gerekli olan birkaç Fransızca makalenin sözel özet çevirileri dışında profesyonel bir çalışmam olmamasına rağmen bildiklerim ölmüyor, unuttuklarım kolaylıkla canlanabiliyor, konuşma gerçi daha zorlayıcı olur). Şu anda orta düzeyde İspanyolcam da var ve bu zengin dili çok sevdim. Eşimin özverisiyle yeniden haftada bir gün kursa başladım, ilk turu tamamladık, çok keyifli oldu benim için. Babil, oğlum, sana da çok dil bilen bir çocuk olacağın için bu sevgimi aşılamak zor olmayacak sanırım, babanın da bilgisi ve Farsça gibi zor dillere olan ilgisi ile sanırım senin ilgin bizlerinkini de aşacak, umuyorum öyle olsun.

Ağzındaki küçücük dişinle öyle tatlısın, öyle kuzusun ki seni öpmeye, sevmeye doyamıyoruz, diş bahanesi. Ağzını açıp da fotoğrafını çekmeye çalıştım, izin vermiyorsun, sıkılıyorsun hemen, sıkıştırılmak istemez benim bebeğim. Ben de binbir şaka ve şamatayla seni kocaman güldürdüm de öyle çektim resmini, onca harekete biraz flu oldu tabii ama olsun, bir de seni güldürmek çok zor değil, seninle kahkahalar atmak keyfine ise diyecek yok. Seni seviyoruz oğlum. Zamanın ve tüm ifade biçimlerinin de ötesinde...

Monday, November 30, 2009

ilk


Bundan dört sene önce doğduğun bu ülkeye babanla birlikte gelmiştim ilk kez; güneşin farklı parladığı bu şehre çarçabuk alıştığım gibi, buz soğuğu kışını, nemli yaz sıcağını, göz açıp kapayıncaya kadar geçiveren baharlarını ve buradaki yaşamı sevmiştim. İlk kez gittiğim ülkeler, ilk kez tattığım tatlar, ilk kez gördüklerim, ilk kez hissettiklerim... Ama hepsinden de öte, doğumunla birlikte, hayatımızın en önemli ilklerini seninle yaşıyoruz bebeğim; seni bekleyişimiz, tüm hazırlıklarım, anne olmanın eşşiz duygusu, herşeyiyle ilkler zinciri. İlk kez karnımda hareket ettiğin anı yeniden düşleyip yaşayabiliyorum zihnimde, İstanbul'daki evimizdeydik, yazı orada geçiriyorduk, yirminci haftadan sonra hareketlerini hissetmeyi bekliyordum, olduğundaysa hayatımdaki en garip hazzı yaşadığımı biliyorum, şaşkınlık, heyecan, sevinç, merak, o bir kıpırdanışta binbir duygu bir arada. Dünyaya gelişin, ilk ağlayışın, ilk kez seni kollarımıza alışımız, ilk bakış... İlk gülümseyişin, ilk kahkahan, ilk hecelerin, gün be gün artan bir tatla art arda ilkler, tadı damağımızda kalan ilkler.

27 Kasım Cuma günü sabahı uyandık, sabah emzirmesi, babanın yanına sabah keyfi için getirilişin, kahvaltı hazırlığı derken kahvaltı masamıza kurulduk. Sen her zamanki gibi elinde kaşığınla oynarken yemeğini yiyorsun. Günlerdir şüphelendiğim ancak ne zaman olur diye öngöremediğim bir başka ilk. Bebek kaşığın dişetlerinde, bir ileri bir geri, her sabah yaptığım gibi bir bakayım ne var dememe kalmadan, dünyanın o en müthiş dokusu parmağıma değiyor, senin bebek dişin, alt orta sağda ucu ortaya çıkmış, insanda günün mümkün olan her anında dokunmak arzusu uyandıran o güzel minik dişin ucu ortaya çıkmış, yavrumun ağzındaki ilk dişi. Parmağımın ucunda hissettiğim o minik diş, sevgimin dokunuşu, miniminnacık bir diş ucu, ısırdı mı etkili, küçük keskin bir diş. Elde var bir. Ben şaşkın kahkahalar atarken sen bana gülümsüyorsun, "anneciğim ne dişi, ben büyüdüm bile" der gibi.

Tuesday, November 24, 2009

ikinci kış

İlk karın düşmesine az kaldı, her mevsimin yaşandığı şehirlerde olmayı severim, ne sürekli yaz, ne de sürekli kış olmasını isterim, ara mevsimlerin ruhu okşayan, kalbi yumuşatan yanını ararım. İlk karın düşmesine çok az kaldı. Babil, oğlum, karlı, soğuk bir günde gelmiştin aramıza, dokuz aylık olalı iki hafta geçti bile, hem karnımda, hem de aramızda kaç mevsim geçirdin oğlum. Seni sıcak tutmak için binbir düşünceyle donandığım o ilk günleri düşünüyorum; miniminnacık bir insanoğlu, anasının sıcak karnından soğuk dünyaya gelmiş. Seni eve babaannenin aldığı kiraz desenli kıyafetin ve doğumuna çok az kala bulduğum kahverengi ayıcık kış tulumunla getirmiştik. Evimizde baban, sen ve ben, üçümüzdük. Hayatım boyunca burnumda mutluluk ve umut dolu bir sıcak sızıyla duyumsayacağım bu ilk günler zihnimde canlanıyor. Sana hamileliğim süresince, doğumun ve sonrasında nerede olduğumuz ve neler yaptığımız hakkında herşeyi çektiğimiz yüzlerce fotoğrafta bulabileceksin, ancak zihnimin ve yüreğimin en kuytusundaki detayları, izdüşümleri paylaştıkça bulacağız oğlum. Ben yazıyorum, seni, dünyaya gelişini düşünüyorum, hızla büyümeni, gelişimini hayranlıkla izliyorum. Geçirdiğimiz her günde senden ve seninle öğreniyorum.

Geçen sene bu zamanlarda senin odanı hazırlıyorduk, şimdi odanda sabah uykunu uyuyorsun. Bu perşembe Şükran Günü, bir arkadaşımızın evinde olacağız; bu günde özel bir kutlama yapmıyoruz ama yine de güzel yemek yemek ve sevdiğimiz insanlarla keyifli zaman geçirmekle bu günü bize özel kılıyoruz. Anneannenin yemekleri arasında çok sevdiğim Çerkez Tavuğu'nu yapacağım. Çok ilginçtir, kim bana tarif vermemi istese bir türlü beceremem, çünkü ölçü veremem, içine konanları biliyorum ama tam olarak miktarını veremiyorum, damağım ve hafızamdaki tada göre içine cevizini, sarmısağını, kişnişini eklerim, sanırım tarifi farklı kılan içine kişniş konulması, bir de çocukluğumdan kalma özel günler hatırası damak hafızası, anneannenin o güzel tarifi ve damağıma kazıdığı tat ile pek güzel yapıyorum bu mezeyi.

Günü yaşarken zamanın ne kadar hızlı geçtiğini anımsatır bana baban, bilsem de onun anımsatmaları beni kendime getirir, zaman hızlıca akarken seni doya doya sevebilmek, seninle dolu dolu zaman geçirebilmek keyfinin tarifi zor. Seninle ikinci kışımız oğlum. İlk kez kayak merkezine gideceğiz birlikte, ben acemiyim ama babanın ısrarıyla devam ediyorum, kayarken Southpark tiplemesi gibi duruyorum ama olsun, amaç doğa sporu hazzını yaşamak. Baban çok iyi kayıyor, fiziğine de çok yakışıyor bu spor, zaten o açık hava sporu insanı. Geçen senelerde gittiğimiz yerlerde emzikli minicik bebelerin arasında debelenirken kendi kendime "ben de bebemi küçükken getireceğim" demiştim, sen o zamanlar yoktun henüz. Yürümeye başladıktan sonra zamanı gelince öğreneceksin ve eminim çok seveceksin. İnsanoğlunun doğa ile olan mücadelesi, her türlü gelişmeye karşın doğanın öngörülemez hükmü, zaaflarımıza işaret ediyor. Bu spor türü bile bana bu gerçeği tekrar tekrar anımsatır.

Bu seneki ilk karı beklerken, şöminemizin sıcağında, seni mis kokunla koynumuza alıp ısınacağımız tatlı kış günlerini bekliyorum. Penceremizden dışarı bakıyorum, evimizin batıya bakan cam cephesini tüm yaz boyunca yeşillendirmiş ağaçlarımız son yapraklarını da dökmek üzere, havada usulca, ürkütmeden yanaşan bir kış karaltısı, gündüz olmasına rağmen yanan ışıklarımızı kapatıyorum, camın kıyısında öylece duruyorum, tatlı sabah uykundan uyanmanı beklerken...

Sunday, November 22, 2009

şimdi


Benim adım Dörtmevsim, oğlumun adı da Babil, hem kendime, hem oğluma yazacağım, okunur ve hissedilirsem sevineceğim bilir bilmez, iç sesimle konuşurum, sözlerimin arasında şimdi, geçmiş ve gelecek var, bugünü yaşarken tarihselliğimi düşünürüm, virgülün sonsuzluğunu severim, paylaşırken gizlenirim, gizlenirken paylaşırım, sıkılırım, sevinirim, boşveririm, aklıma takarım, vazgeçerim, karar alırım, kaçınırım, atılırım, adımı oğluma da adını koyan adam, herşeyiyle sevdiğim insan koymuş, Babil doğalı aylar oldu, 13 Şubat Cuma günü geldi dünyaya, o küçük bedeninden aldığım sıcaklık içime yerleşti, gözlerimin gördüğü bu eşşiz güzelliği ancak kalbimle anlayabildim, kendimi daha iyi biliyorum şimdi, bedenimin ve ruhumun gücünü, yapabileceklerimin ufkunu, uçsuz bucaksızlığını, yazsam anlamlı olur mu dedim, sordum durdum kendi kendime, neden sonra karar verdim ve şimdi de buradaki ilk noktamı koymaya.