Monday, November 30, 2009

ilk


Bundan dört sene önce doğduğun bu ülkeye babanla birlikte gelmiştim ilk kez; güneşin farklı parladığı bu şehre çarçabuk alıştığım gibi, buz soğuğu kışını, nemli yaz sıcağını, göz açıp kapayıncaya kadar geçiveren baharlarını ve buradaki yaşamı sevmiştim. İlk kez gittiğim ülkeler, ilk kez tattığım tatlar, ilk kez gördüklerim, ilk kez hissettiklerim... Ama hepsinden de öte, doğumunla birlikte, hayatımızın en önemli ilklerini seninle yaşıyoruz bebeğim; seni bekleyişimiz, tüm hazırlıklarım, anne olmanın eşşiz duygusu, herşeyiyle ilkler zinciri. İlk kez karnımda hareket ettiğin anı yeniden düşleyip yaşayabiliyorum zihnimde, İstanbul'daki evimizdeydik, yazı orada geçiriyorduk, yirminci haftadan sonra hareketlerini hissetmeyi bekliyordum, olduğundaysa hayatımdaki en garip hazzı yaşadığımı biliyorum, şaşkınlık, heyecan, sevinç, merak, o bir kıpırdanışta binbir duygu bir arada. Dünyaya gelişin, ilk ağlayışın, ilk kez seni kollarımıza alışımız, ilk bakış... İlk gülümseyişin, ilk kahkahan, ilk hecelerin, gün be gün artan bir tatla art arda ilkler, tadı damağımızda kalan ilkler.

27 Kasım Cuma günü sabahı uyandık, sabah emzirmesi, babanın yanına sabah keyfi için getirilişin, kahvaltı hazırlığı derken kahvaltı masamıza kurulduk. Sen her zamanki gibi elinde kaşığınla oynarken yemeğini yiyorsun. Günlerdir şüphelendiğim ancak ne zaman olur diye öngöremediğim bir başka ilk. Bebek kaşığın dişetlerinde, bir ileri bir geri, her sabah yaptığım gibi bir bakayım ne var dememe kalmadan, dünyanın o en müthiş dokusu parmağıma değiyor, senin bebek dişin, alt orta sağda ucu ortaya çıkmış, insanda günün mümkün olan her anında dokunmak arzusu uyandıran o güzel minik dişin ucu ortaya çıkmış, yavrumun ağzındaki ilk dişi. Parmağımın ucunda hissettiğim o minik diş, sevgimin dokunuşu, miniminnacık bir diş ucu, ısırdı mı etkili, küçük keskin bir diş. Elde var bir. Ben şaşkın kahkahalar atarken sen bana gülümsüyorsun, "anneciğim ne dişi, ben büyüdüm bile" der gibi.

Tuesday, November 24, 2009

ikinci kış

İlk karın düşmesine az kaldı, her mevsimin yaşandığı şehirlerde olmayı severim, ne sürekli yaz, ne de sürekli kış olmasını isterim, ara mevsimlerin ruhu okşayan, kalbi yumuşatan yanını ararım. İlk karın düşmesine çok az kaldı. Babil, oğlum, karlı, soğuk bir günde gelmiştin aramıza, dokuz aylık olalı iki hafta geçti bile, hem karnımda, hem de aramızda kaç mevsim geçirdin oğlum. Seni sıcak tutmak için binbir düşünceyle donandığım o ilk günleri düşünüyorum; miniminnacık bir insanoğlu, anasının sıcak karnından soğuk dünyaya gelmiş. Seni eve babaannenin aldığı kiraz desenli kıyafetin ve doğumuna çok az kala bulduğum kahverengi ayıcık kış tulumunla getirmiştik. Evimizde baban, sen ve ben, üçümüzdük. Hayatım boyunca burnumda mutluluk ve umut dolu bir sıcak sızıyla duyumsayacağım bu ilk günler zihnimde canlanıyor. Sana hamileliğim süresince, doğumun ve sonrasında nerede olduğumuz ve neler yaptığımız hakkında herşeyi çektiğimiz yüzlerce fotoğrafta bulabileceksin, ancak zihnimin ve yüreğimin en kuytusundaki detayları, izdüşümleri paylaştıkça bulacağız oğlum. Ben yazıyorum, seni, dünyaya gelişini düşünüyorum, hızla büyümeni, gelişimini hayranlıkla izliyorum. Geçirdiğimiz her günde senden ve seninle öğreniyorum.

Geçen sene bu zamanlarda senin odanı hazırlıyorduk, şimdi odanda sabah uykunu uyuyorsun. Bu perşembe Şükran Günü, bir arkadaşımızın evinde olacağız; bu günde özel bir kutlama yapmıyoruz ama yine de güzel yemek yemek ve sevdiğimiz insanlarla keyifli zaman geçirmekle bu günü bize özel kılıyoruz. Anneannenin yemekleri arasında çok sevdiğim Çerkez Tavuğu'nu yapacağım. Çok ilginçtir, kim bana tarif vermemi istese bir türlü beceremem, çünkü ölçü veremem, içine konanları biliyorum ama tam olarak miktarını veremiyorum, damağım ve hafızamdaki tada göre içine cevizini, sarmısağını, kişnişini eklerim, sanırım tarifi farklı kılan içine kişniş konulması, bir de çocukluğumdan kalma özel günler hatırası damak hafızası, anneannenin o güzel tarifi ve damağıma kazıdığı tat ile pek güzel yapıyorum bu mezeyi.

Günü yaşarken zamanın ne kadar hızlı geçtiğini anımsatır bana baban, bilsem de onun anımsatmaları beni kendime getirir, zaman hızlıca akarken seni doya doya sevebilmek, seninle dolu dolu zaman geçirebilmek keyfinin tarifi zor. Seninle ikinci kışımız oğlum. İlk kez kayak merkezine gideceğiz birlikte, ben acemiyim ama babanın ısrarıyla devam ediyorum, kayarken Southpark tiplemesi gibi duruyorum ama olsun, amaç doğa sporu hazzını yaşamak. Baban çok iyi kayıyor, fiziğine de çok yakışıyor bu spor, zaten o açık hava sporu insanı. Geçen senelerde gittiğimiz yerlerde emzikli minicik bebelerin arasında debelenirken kendi kendime "ben de bebemi küçükken getireceğim" demiştim, sen o zamanlar yoktun henüz. Yürümeye başladıktan sonra zamanı gelince öğreneceksin ve eminim çok seveceksin. İnsanoğlunun doğa ile olan mücadelesi, her türlü gelişmeye karşın doğanın öngörülemez hükmü, zaaflarımıza işaret ediyor. Bu spor türü bile bana bu gerçeği tekrar tekrar anımsatır.

Bu seneki ilk karı beklerken, şöminemizin sıcağında, seni mis kokunla koynumuza alıp ısınacağımız tatlı kış günlerini bekliyorum. Penceremizden dışarı bakıyorum, evimizin batıya bakan cam cephesini tüm yaz boyunca yeşillendirmiş ağaçlarımız son yapraklarını da dökmek üzere, havada usulca, ürkütmeden yanaşan bir kış karaltısı, gündüz olmasına rağmen yanan ışıklarımızı kapatıyorum, camın kıyısında öylece duruyorum, tatlı sabah uykundan uyanmanı beklerken...

Sunday, November 22, 2009

şimdi


Benim adım Dörtmevsim, oğlumun adı da Babil, hem kendime, hem oğluma yazacağım, okunur ve hissedilirsem sevineceğim bilir bilmez, iç sesimle konuşurum, sözlerimin arasında şimdi, geçmiş ve gelecek var, bugünü yaşarken tarihselliğimi düşünürüm, virgülün sonsuzluğunu severim, paylaşırken gizlenirim, gizlenirken paylaşırım, sıkılırım, sevinirim, boşveririm, aklıma takarım, vazgeçerim, karar alırım, kaçınırım, atılırım, adımı oğluma da adını koyan adam, herşeyiyle sevdiğim insan koymuş, Babil doğalı aylar oldu, 13 Şubat Cuma günü geldi dünyaya, o küçük bedeninden aldığım sıcaklık içime yerleşti, gözlerimin gördüğü bu eşşiz güzelliği ancak kalbimle anlayabildim, kendimi daha iyi biliyorum şimdi, bedenimin ve ruhumun gücünü, yapabileceklerimin ufkunu, uçsuz bucaksızlığını, yazsam anlamlı olur mu dedim, sordum durdum kendi kendime, neden sonra karar verdim ve şimdi de buradaki ilk noktamı koymaya.