Tuesday, July 27, 2010

"yurtdışı"nda yaşam




yurtdışında yaşamak, yurdundan uzakta yaşamak, insanın doğduğu ülkeden, köklerinin bulunduğu topraklardan ayrı yaşaması. ben bu deyimi çoğunlukla yadırgıyorum, durumu adlandırmanın ötesinde tanımlama amaçlı kullanılması beni düşündürüyor. kendi adıma böyle nitelendirilmeyi garipsiyorum. doğduğum ve büyüdüğüm coğrafyadan uzakta, oğlumun doğduğu ve büyümekte olduğu bu ülkeyi evim bilmişken, onca sene yaşamış olduğum ve şimdilerde özlem duyduğum topraklardan uzakta, şu anda bulunduğum coğrafyayı, insanlarını ve yaşam tarzını kucaklıyorum. sınırlarının ve doğduğum ülkeye olan deniz aşırı uzaklığının yanı sıra bu ülkeyi oluşturan herşeyi anlamaya, özümsemeye çalışıyorum, her durumu, olguyu ve duyguyu anlamaya çabalıyorum. yurtdışında nasıl yaşanıyor, genel bir tanımlama yapmak çok zor. insan bulunduğu yeri ve bu yerdeki konumunu algılayışı üzerinden hayatına devam ediyor. Kimisi kendisini hep yabancı duyumsarken gurbet duygusuyla çevresini gözlemliyor. kimisi ayak uydurmaya çalışırken özlem ve dönme arzusu ile anı kaçırıyor. ben kendimi ve de kimseyi önce yazdığım tanımlar üzerinden kategorilere koymayı istemem ancak bulunduğum her koşula ayak uydurmanın da ötesinde bulunduğum coğrafyanın ve insanlarının içinde, arasında, aidiyet duygusu ile varolmayı severim, gönülden sarılır, sever, mutlu olmayı başarırım, içimde neşe duymadığım bir gün geçsin istemem. zorlukları da var olmaz mı? senede bir seferlik buluşmalar, gözden ırak gönülden ırak bahaneli düşkırıklıklarına göğüs germeler, zaman farkının üstesinden gelerek deniz aşırı anı paylaşma başarısı, yeni dostluklar, eski dostluklar, seyahatler, keşifler, yeni ve eskinin zıtlık ilişkisini bertaraf edip şimdiyi ve değişimi kucaklayış, dönüşümü en derinde duyumsama.

çok komik detaylar var en başında, güneşin daha farklı parladığına inanma, tek bir basit zımbırtıyı alacağım diye markette 500 saat bakınma, telefonu açan adamın yayvan aksanını anlayana kadar göbek çatlatma gibi abuk sekanslar var işin içinde. sonra bunların hepsi hikaye oluyor tabii. konfor sağlayan modern hayatın çeşitlilik girdabında farkındalıkla seçmeyi ve doğru tercihler yapmayı da öğreniyorsun, hele de çocuğun olduğunda sağlık sigortanı doğru kullanmayı öğrenmekten tut, her türlü sistem içine girme maddesini ince ince deşip, didikleyip kavrıyorsun. araştırmacı kişilik, kurnaz akıl, bilgi ve bilinç, üstüne bir de seni tembellikten koruyan, her işi kendin öğrenip yapman için seni güvenle ortaya atıveren bir kocan varsa işin ehli oluveriyorsun birden. kayak tatilinde herkesin sarışın ve mavi gözlü olduğu ortamda manidar bir biçimde "where are you from?" sorusuna gülümseyerek "from Chicago" deyiveriyorsun, ha ardından aksanını ve tipini kategorilerle buluşturacak bir açıklama getirip soruyu soran elemanı rahatlatman gerekebiliyor tabii ama yani kime ne ben buralıyım diyorsun! dışarıdan çok steril görünen ve konforlarıyla kalıp kafaları cezbeden bu yaşamın hoşluğu ancak iyi ve yaşanılır koşulların getireceği akıllı adaptasyonla, hatta bunun da ötesinde, aidiyet duygusunun özde duyumsanması ile ortaya çıkıyor kanımca. yoksa istanbul'un taşı toprağı altın misali gelindiğinde üstüne konulacak yeri belli bir yurtdışı masalına inanmak gerçekçi olmaz. dünyanın her yerinde olacağı gibi, yurtiçinde veya dışında koşullara ve konuma bağlı olduğu kadar kişinin yapısal özelliklerine de bağlı olarak varoluş biçimi ve yaşam tarzı şekilleniyor. yurtdışındaki deneyimde belirleyici olan özlem, gurbet gibi olguların getirdiği sızıdar duyguların altında anı kaçırmamak, hatta bu duyguları bertaraf edecek, sorumlu ve olumlu iletişim platformları oluşturmak, aileyle ve tüm sevdiklerle iletişimi sağlamlaştırmak, kopmak isteyene de yolunda mutluluklar dilemek, yaşama güzellikler katacak detayları ve girişimleri yakalayabilmek... insanın kalbini acıtan kopuşlar da oluyor, ayrılık demem çünkü ayrılık çift taraflı olur, bu tür kopuşlar genellikle mesafeden kaynaklı olmuyor, bazen faydalı da olabiliyor, insanın doğasındaki zaafları anlamak açısından, acıttığı can da bir şekilde uf olan yerini ovuşturup hayatındaki mutluluklara sarılıp yaşamaya devam edebiliyor.


dörtmevsim yurtdışında yaşamıyor, dörtmevsim evinde yaşıyor, nereye giderse gitsin evinde biliyor kendisini, eşi ve çocuğuyla iken... benim yerim mutlu olduğum yer, sevdiklerim ve sevenlerim yanımda, içimde, kalbimde, tüm mevsimleri yanımda, içimde taşıdığım gibi yaşarım, her anımda umut ve neşe...

Friday, July 16, 2010

en tatlı yaz sıcağı



Babil oğlum yaz keyfimize diyecek yok, ne güzel de doya doya tadını çıkarıyoruz bu yaz günlerinin, kimi zaman senin hızına yetişmek için yorgun düşüyorsam da, babanın ısrarlarına yenik düşerek yeniden spora başladım. yaz günü salona gidip haftada iki veya üç gün spor yapıyorum. yorgunluktan bitap düştüğüm bir günde bile gidiyorum ve ilginçtir çıkışında daha bir dinç ve enerjik duyumsuyorum kendimi. dörtmevsimim ben, Babil'in annesiyim. büyük harflere bir paragraflık paydos yine. oğluma dört elle sarılır, onu sever, kollarım; fakat amatör ruhlu bir anneyim ben. hata yaparım, hata yapmaktan utanıp sıkılmam, hatalarımdan öğrenirim, hep derim ya oğlumdan öğrenir, oğlumla öğrenirim. kendimi tekrar etmekten ürkmem, denerim, araştırır, bulurum, yeniliklere ve bilgiye açığım. herkesin, ana, baba, bebeler, bir lokantada, yuvarlak masa etrafında her yaştan çolukla çocukla oturup sessiz sessiz yemek yediği, oyuncaksız, oyunsuz en abuk model bir doğumgünü partisinde çıldırıp, coşup ne oturmayı ne de brokoli yemeyi aklından geçirmeyen, deli gibi dolanıp keşfe çıkmaya çalışan, yerinde durmayıp, sabitlenmesi için müdahele edileceğini anladığı anda çığlığı basan azgın tatlı oğlanın annesiyim ben. bu çaresiz amatör anneye yardım etmek isterken profesyonelce burun titreten, bilek kırıp, dirsek büküp ağız buruşturan tüm annelerin, bu maşuk varlıkların aşıkıyım. dörtmevsim benim adım, amatör ruhlu bir anneyim desem ne anlama gelir, kulağa nasıl çalınır? denerim, bilir unutur yeniden bulur, dalar, coşar, çocuklar gibi şen oynar, oğlumun mis kokusuna sarılır güpegündüz uyuklarım ne var bunda? kendi keyfimce seçer özenir eğlenir öyle oyunlar oynarım oğlumla. anne olduğumu unutur anın keyfine dalarım ben... Babil'in annesi dörtmevsimim ben...


Hayatımın en tatlı 17 ayı seninle doldu oğlum. Türkiye'den dönüşümüzün ardından beş günlük müthiş Cancun-Meksika tatilimiz oldu. Farkediyorum ki her tatilde, gezdiğin her yeni antik şehirde, yeni coğrafyada ve doğada inanılmaz gelişiyorsun, açılıyor, çoşuyorsun oğlum, dünyayı algılayışının gelişimini ve açılımını hayranlıkla izliyorum. Club Med'in altını üstüne getirirken merdivenlerden delicesine inip çıkmanın tadına vardın, senin kadar ve senin hızınla merdiven inip çıksam çok yararını göreceğim ama şimdilik peşinde koşmakla yetiniyorum. Su kuşu oğlum, annen gibi çok minik yaşta yüzeceksin ve yüzmeyi çok seveceksin belli. Hayatımca gördüğüm en güzel kıyılardan birisi, incecik kum, müthiş tatlı sıcak iklim, okyanustan gelen buğulu ve büyülü bir kokuda esinti, eşsiz renkteki o berrak turkuaz su. Her türlü değişime, iklime ve mekana kolayca adapte olan, hatta ayak uydurmanın ötesine geçip işi değişimin kendisinden haz almaya vardıran gezgin ruhlu bebeğim. Baban, sen ve ben araba kiralayıp Maya harabelerini gezdiğimiz o gün dedim ki biz her yere, her iklim ve koşulda gideriz! Oğlum insanoğlunun neler yapabileceğinin, nasıl yaşayabileceğinin sınırlarını ancak kendi zihni belirler. Bu sınırları genişlettikçe evrenselliğe dokunabilir, tüm can yakan kırılma noktalarına rağmen kalıcılığı ve ölümsüzlüğü yaşamında var edebilirsin oğlum.

Hayatımın en güzel beş senesi babanla ve seninle doldu Babil oğlum. Bundan beş sene önce bir 14 Temmuz günü evlendik biz babanla. Oğlum, babanla nice beş senelere dileyelim, çok süper bir tip baban, ilk günkünden de çok beğeniyorum, seviyorum onu. Her zaman yaptığın gibi babanın o çok sevdiğim burnuna bir French kiss kondur oldu mu oğlum, şöyle en ıslak ve ısırıklısından. Gün gelecek senin de o aynı babana benzeyen topçuk burnuna aşkla öpücükler konduracaklar. Canım yavrum, tüm yaşamın sevgi ve aşk dolu olsun. Seni seviyorum. Annen dörtmevsim.