Monday, March 22, 2010

düşünce


bugün ölümü düşündüm, seksen yaşında yaşamını tamamlamak üzere olan bir bilge dedenin edasıyla değil belki ama yaşamımın bu en güzel sıcağında ölümü düşündüm, aldığım her nefesi hissederek, günlük yaşamın akışında kaybolan her nefesi duyumsamak istedim, anı yakalamak istedim, yaşam kadar ölümü de düşünmek istedim, varoluşun bir parçası ve gerçeği olan ölümü, ölümden sonra da varolduğumuzu düşünmek istedim, ölümden sonra varolurken bu dünyada dokunduğum herşeyde güzel bir izim olsun isterim, daha fazla ne yapabilirim, sımsıcak bir dokunuş olmak için onu düşündüm, kendi mikro evrenimin dışında makroda neler yapabilirim, hareketlenmek istedim, sonra durdum miniminnacık anı duyumsamak istedim, oğlumla bir nefeslik anı, bir insanın yaşamına dokunurken bıraktığım izleri düşünmek isterim, suç mahalindeki suçlunun izleri değil ressamın şaheser tablosundaki vuruşları olmak ister insan değil mi? yavrusunun yaşamına dokunmak, bilgisini paylaşmaya çalışırken yavrusundan öğrenmek ister anne. yaşamımızdaki her varlık bize ne çok şey sunar, tüm bu varlıkların yaşamlarımızdaki izleri hayatlarımıza dokunuşlarını nasıl algıladığımıza bağlıdır bir yerde. nasıl düşünürsek öyle anlarız, nasıl görmek istersek öyle bakar algılarız bir yerde. Babil senden ne çok öğreniyorum, ne çok öğreniyoruz birlikte oğlum. içi dolu, neyse ki çoktan soğumuş (babanın hiç sevmediği şekilde içilmeden terkedilmiş) koca bir bardak çayı sehpanın kenarında unuttuğumu farketmeme kalmadan minik ellerinle aşağıya aldın bardağı, neden sonuç ilişkisinin kanıtı, bardak önünde neyse ki sadece iki ayrı büyük parçaya ayrılır, her yer çay olur, bana bakıyorsun, kocaman mavi gözlerinle bana bakıyorsun, ne oldu diye, ben sakin seni alıyorum çaya batan bedeninden seni kavrayıp üstünü başını temizliyoruz, sakin ama şaşkınım, olay mahalinden ayrısın sen, oyuncakların yanında, etrafı temizlemem uzun sürüyor, sonra durup düşünüyorum, ya koca bir çığlık atsaydım, ağlardın belki bebeğim, sana sonra anlattım olanı biteni, bebeğim söyledim sana neden sonuç ilişkisini ama anladın mı bilmem, anneciğim daha dikkatli ol bundan sonra, ben öğreniyorum, daha yeniyim bu karmaşık evrende dedin bana, haklısın daha dikkatli olurum bebeğim, ben mükemmel değilim, doğru davranmak isterim sadece, en fazla da kendimce, beni asla mükemmel sanma, bizden değil bizimle öğren, bizim seni olduğun gibi sevdiğimizi bilmeni isterim oğlum, bir anda kırılan bir büyük bardaktır, çay yerden silinir, izi kalmaz, kırık bardak parçalarıyla varolur, en önemlisi izi bilgisidir, sen bil oğlum, hayatta her dokunuşunun bir sonucu olur, aslolan bu yaşamda iz birakmaktır, en değerli haliyle... anadilin öyle güzel bir dildir ki pek çok nesneyi karşılayan iki ayrı kelime vardır bu dilde. yaşam ve hayat gibi iki ayrı sözcük. kimi zaman hayatlarımıza örülen kelimelerdir, söylenenler, ifade edilenler unutulmaz. bazen de seni o geçmiş ana götüren bir kokudur, bir sestir bebeğim. hep yaşamın farkında ol ki tüm bu algılayış biçimleriyle zihnin hep uyanık olsun, anı hisset, anı duyumsa. bugün yaşam gibi ölümü düşündüm. seni dinliyorum, seni daha iyi anlamak için her nefesimi hissederek alıyorum bebeğim, hatalarım olursa bil ki tüm çabalarım ruhumun ve kalbimin derinliklerinden gelir, hatalarım da sana yol gosterir, bil ki ben de hatalarımdan öğrenirim. birbirimizin başarılarılarını da kalpten kutlayalım yavrum, ne iyi ettin oğlum, ne iyi yaptın annem... Babil oğlum, bu dünyadaki tüm karşıtlıklar birbirini tamamlayan varoluş dengeleridir, tüm bu sözde zıtlıklar günlük yaşamlarımızın birer ifadesi, aslında birbiriyle uyumlu koca bir bütünün resmedilişi. oğlum annen birazcık da delidir, düşünür, hisseder, kendi kendine konuşur bazen, kalpten anlarız biz oğlum birbirimizi. yaşamında bırakacağın tüm izlerde anlamlı derinlikler olsun bilge bebeğim, yolun hep aydınlık olsun. kaç bin kere desem yetmez, tüm varlığımla seni seviyorum yavrum. annen dörtmevsim. Babil'in annesi dörtmevsim.

Saturday, March 20, 2010

baharı beklerken


Baharı bekleyen kumrular gibiyiz bugünlerde... Dünkü sımsıcak hava bizi parklara, göl kıyısına taşırken bugün kar yağıyor. En çok üzüldüğüm de şaşırtıcı 20 derecelik sıcaklığın keyfiyle tomurcuklanan ağaçların, hemen ertesinde yağan kar ile tir tir titremeleri... Chicago'nun baharı böyle işte, bir gün tişörtle gez, gezintilere dal, ertesi günü eve tıkıl! Bu kadar havadan sudan yeter, ama gerçekten de baharı bekliyoruz oğlumla, hatta yazı, 7 Mayıs'tan Haziran başına kadar kalacağımız Türkiye seyahatimizden sonra, tüm yazı mümkün olduğunca keyifli ve hareketli geçirelim istiyorum.

Mart'ın ikinci haftasında Boston'daydık, eşimin işleri için yaptığımız bu tür seyahatler bizim için çok keyifli oluyor. Babil doğduğu günden beri hep kendi yatağında uyudu, biz öyle alıştırdık, tatil zamanlarında ortamı yadırgadığından uyku sorunu olmasın diye yanımızda yatırıyoruz, zaten ayrı yatak gelirse orada yatmak istemiyor, eh bizim de canımıza minnet tabii. Tüm gün gezme, tozma, eğlence, keyif. Ben tüm hazırlıkları bir yana ailecek seyahati çok seviyorum, yoruluyorum ama keyfi bir başka oluyor.

Babil uzunca bir süredir ayağa kalkıp eşyalara tutunarak dolanıyor artık. Ellerinden tuttuğumuzda yürüyor, henüz kendi kendine yürümüyor, bakalım Türkiye'ye gidene kadar yürür mü? İştahı iyice değişti, herşeyi kendi kendine yemek istemesi bir yana herşeyi gün be gün seçer oldu. Bir gün koca kase brokoli yer, üç gün sonra yüz buruşturur. Bir gün balık yer, koca porsiyonu lop lop ağzına atar, ertesi hafta balıklar yerleri duvarları süsler. Çok alem! Yemekleri yerlere atmaya başladığı anda ve de tüm seçenekler tükendiğinde hemen koltuğundan alıyorum, yemek faslını bitiriyorum. Bir gün sabah da öğlen de direnmişti yememek için, akşama öyle bir acıkmıştı ki herşeyi silip süpürmüştü, bu da zaten asla kendisini açlıktan bayıltmayacağına dair kanıt oldu bana! Çoktandır sofradan biz ne yersek onu veriyoruz, bu sayede biz de az tuzlu yer olduk. Ben zaten deniz tuzu kullanıyorum, rafine tuzlardan çok daha doğal. Bir de tuz yerine "kelp" adı verilen iyot içeren bir tür deniz yosununun baharat gibi unufak edilmiş şeklini kullanmayı da tavsiye ederim.

Kitaplarına bayılıyorsun oğlum, raftan hepsini yere indirip, sayfalarını çevirerek uzun uzun bakıyorsun, sana kitap okuduğumuzda ilgi dolu dinliyor, yazıları, resimleri inceliyor, bir sonraki sayfayı heyecanla çeviriyorsun. Canım oğlum, gündüz bazen bir saatlik ama genelde bir buçuk iki saatlik tek uyku uyuyorsun artık, gece de on iki saatlik uykun var, gündüzleri tek uyku uyuman bizim de gündüz programlarımızı rahatlattı, öğle uykunun öncesinde ve akşamüstü iki ayrı plan yapabiliyoruz artık.

Seninle uzun uzun sohbetler ediyoruz, bana cevaplar veriyorsun, belli başlı komutlarımı da anlar oldun. Mesela topu atmanı istediğimde bana atıyorsun, ya da yapmanı istemediğim bir çok muzipliği de anlar oldun. Amerikan işaret dilini de kullanıyoruz, kelime dağarcığını genişletmene seninle yaptığımız uzun sohbetler kadar bu dilin de faydası oluyor sanırım, her kelimenin, anlamlar evreninde ve somut dünyada karşılığı var, bunu anladın bile sen! İlk önce öğrendiğin su kelimesi oldu, işaretini yaparak su dediğim anda hemen bardağını arıyor, sürahiye bakıyorsun, su nereden geliyor biliyorsun. Daha tutarlı bir şekilde ve kelime dağarcığını genişleterek devam etmek istiyorum, bilimsel olarak da çocuklardaki dil gelişimine faydaları olan bir çaba bu, bir de konuşmanın geliştiği dönemde çocukların kendilerini ifade etmede yaşadıkları zorlukların gerginliğe dönüşmesini engelliyor bir yerde, istedikleri neyse söyleyip işaret ediyorlar, düşünülenin aksine konuşma tembelliği yaratmıyor, aksine kelime dağarcığını genişletirken düşünceyi ifadeye çevirmeye teşvik ediyor, daha az tembel ve tutarlı olmalıyım bu konuda. Ama tabii sana tutarlı bir şekilde işaretleri yapmam için benim de öğrenmem gerekti. Su, yemek, ekmek, top, kitap, üzüm, tavşan, kedi, köpek, balık, uyku, banyo, elma, anne, baba, kız, oğlan, bebek, biraz daha, bitti, gel, muz, araba, uçak, ördek, kuş... kullandığımız işaretler arasında şimdilik aklıma gelenler. Özellikle kitap okurken bu işaretleri de kullanıyoruz, ifadelerimiz daha da eğlenceli hale geldi! Kitaba bakıyorsun, kelimenin yazılışına, kelimenin temsil ettiği resme, bir yandan da benim yaptığım işarete, söylediğim söze, ardından bir sonraki kelime için heyecanla sayfayı çeviriyorsun. Gün be gün algılayış biçimlerini gözlemlemek çok keyifli bebeğim!

Saatlerce salıncakta sallanıp çılgın kahkahalar atan Babil'im, banyoda buruşana kadar keyif çatıp hiç çıkmak istemeyen mis kokulum, tüm dolapları açıp karıştıran, mutfağın altını üstüne getiren meraklı minnoşum, topu bize oynamak için atan o güzel ellerini öpe öpe deli oluyorum, seni sevmenin tadına doyamıyorum.

Wednesday, March 3, 2010

rüya ve gerçek

yeniden döndüm bir soluk kelimelerime. bir kere daha fırsat bu fırsat ne yazacağımı bilmeden oturdum başına klavyemin. kuralsız ve de kararsız yazacağım kime ne. benim adım dörtmevsim ne de olsa. bugünlerde bahar sarıyor her yanımı. bu sabah altı buçukta spor salonuna giderken, evin sessizliğini tatlı tatlı bozan kuş seslerini duydum, habercisiydi baharın yolda olduğunun... her ne kadar chicago'ya bahar çok geç ve de çok kısa gelse de mart ayından sonra yüzümüzü ısıtır sanırım. sabah spora gittim, bir ara yerde eşlenerek çalıştığımız mekik ve sağa sola yumruk alıştırması (hani boksörlerin yaptığı gibi) beni güldürdü. kondisyonum belki o deli gençlik yıllarımdaki gibi olmayacak ama dilimden döküldü kelimeler: her ne kadar yumruklarımla olmasa da hayatı yumrukladığım dönemler olmuştur, ama şimdi hayatım ne güzel! antrenör gülümsedi, belki anlamadan, belki anlayarak, bense kan ter içinde (bu deyime bayılırım) dersi yedi buçuğa doğru tamamlamanın hazzıyla eve geldim. günler daha erken ağarıp daha geç kararıyor, ne büyük haz! nisan ayının 26'sında 34 yaşımı dolduracağım,vay be dedirtir. ben 30'larımı çok sevdim, 20'lerim bitmeden aşkımı tuttum, ensesinden bırakmamacasına yakaladım (29). 30'larımın tadı bambaşka, Babil var oğlum, kalbim, ruhum... eşim aşkım ile oğlumun sevgisi öz varlığımı derinleştirdi. herşey ne güzel, çok şükür dedirtir! Babil'in ilk yaşının dolmasıyla varoluşumuzun bir başka taşı da yerleşti renkli duvarlarımız arasına... senin de yeni yaşın dolacak anne, yeni yıla çoktan girdik, bak ben de daha bağımsızım, hatta çılgın miniş bir canlıyım, ufak ufak sen de sıyrıl artık kabuğundan, çekinme, burası yeni keşifler diyarı, iş mi, okul mu bak artık ne yapacaksan, kuşlar bile fısıldıyor değişimin sesini, bak babam da destekliyor seni, daha ne yapsın adam, sen kalıplarından sıyrılmadın mı hala yoksa? burada her yaşta herkes yeni uğraşlara ve alanlara dalabiliyor, yetiştirildiğin ortamın kalıplarından, seni yargıladığını düşündüğün, varlığı meçhul hayalet gölgelerden sıyrıl, sıyrılmadın mı hala yoksa? biliyorum, mutlusun benim burada doğmama ama yine biliyorum bir yanınla delice istiyorsun aidiyet duygumun yelpazesini tüm dünyaya yaymayı... benim annem ve babam siz oldukça benden başka ne beklenir ki? daha bebe yaşımda neler gördü gözlerim, neler duydu kalbim? anne ben büyüyorum, sen kendine odaklan azıcık da, ben nasılsa böyle sevgiyle güzelce büyüyeceğim, beni dert etme sen, vaktini kendine de ayır biraz, hem o zaman daha kaliteli geçiririz arta kalan zamanı, sen daha mutlu olursun çünkü... anne sen benim kalbimdesin, ben senin kalbinim, biz birbirimizi en derinde duyumsarız, yan yana ya da bazı zamanlar ayrı olsak da, beni her an bağrına basmak istersin ama nasılsa zamanı gelince ben istemeyeceğim şimdiki gibi mıncıklanmayı, sen o zaman ne yapacaksın? bak bunları düşün, anne tam zamanı, sen dörtmevsimsin, bahar senin zamanın... derken dönüyorum şimdiye, bilge bebeğim benim adıma beynimde konuştun sen, belki de ben bunları söylemeni istiyorum bana. böylelikle rahatça sana arkamı dönüp gidebileyim, okula, işe, her ne varsa sevebileceğim, ama kalbim, ruhum, beynim hep sana dönük, seninle, senin için, seninim bilge bebeğim... tarifi zor, anne olan mı bilir bu duyguyu, her anım senin olsun isteyişim çılgınlık mı? gözlerimden yaşlar akar oldu olur olmaz zamanlarda, bir dostumun sesini yıllar sonra telefonda duyduğum andaki gibi, onun da hissettiği gibi... ya da bazı akşamlar, tüm günün yorgunluğuyla erkenden baygın düşüp uyumaktan bazen babana yeterince ilgi gösterememiş olmanın tatsız hali etrafımı sardı, sonra bir banyo kendime getirdi beni, ya da babanın hediyesi parfümün kokusu, ya da çok sevdiğim bir yemeği pişirip seninle ve babanla paylaşmak içimi canlandırdı. güneşin tatlı ışığı, bu sabahki gibi kuşların haberci sesleri. çıplak kış ağaçlarına bakıyorum, bir tomurcuk arıyorum, tomurcuğun beynimdeki karşılığı yeni projeler için yeni adımlar olsa gerek. oğlum, bugün büyük harfler yok içimde, herşeyi küçük adımlarla almak isterim, çünkü ancak öyle annen zaman planı yapabiliyor, büyük adımlar atmaya kalkınca zamanın gerçekliğini kaybediyorum, akıllı minik adımlar atalım mı bebeğim? söz sen ve baban benim en öncemsiniz, bakalım bahar neler getirecek, ya da ben bahara neler getireceğim bebeğim, küçük adımlar ve kararlarla... baban bazen zorlar beni, karar verir gibi olup vazgeçmeme ya da o fikri rafa kaldırmama canı sıkılır, haklı gerekçesi dahi olsa sıkıcı bir durum olsa gerek, sabır küpü olsa çatlar hani... dün gece rüyamda öleceğimi öğrendiğimi gördüm, üç gün içinde öleceğimi biliyormuşum, sevenlerimi, dostlarımı bulmak istiyorum, yakınımda olanlar da ölecekmiş, ondan herkes kaçıyormuş benden, bir yalnızlık duygusu, garip sıkıntı, bir uyandım ki gerçeğime, ne çok sevindim, ailemleyim, eşim, oğlum Babil var, mutluyum, sağlıklıyım, ne güzel, dünyayı arşınlarım ben, vay canına dedim, kuş sesleriyle spora gittim, yeniden dirildim, baharın habercisiyim ben. yeniden doğuşun mevsimiyim bugün, doğumgünümün mevsimiyim. sen uyurken şimdi satırlarıma döktüm dörtmevsimin zihnindekileri, en azından bir kısmını, bir tutamını... bir tek Babil'in ismi büyük harfle başlasın, sevgimin işareti, oğlumun tatlı silueti, her anımın mis nefesi, canım yavrum, sıcağım, bahar tazeliğim, tomurcuğum, oyuncu kuzum...