tag:blogger.com,1999:blog-58761906506123859262024-03-13T11:30:56.681-05:00Babil ile MetisNazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.comBlogger49125tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-48797188225323719252013-01-09T23:07:00.003-06:002013-01-09T23:07:59.725-06:00hoşçakalmurat der toplanırsın diye, bense her seferinde bir hafta oncesinden sıkıntılanmaya, huzursuzlanmaya başlarım, bu seferler farklıydı. Metis kuzum daha üç buçuk aylıkken chicago'da yaşadığımız kiralık evimizi boşaltmış, yeni bir ev alma telaşına girmiştik. türkiye seyahatimiz daha Metis işte o kadarcıkken başlamış, izmir ziyaretimizden sonra bir de istanbul'da kalmıştık. murat amerika'da benim de çok beğendiğim evimizi almış, temizletip eşyalarımızı da yerleştirip geri gelmişken, yani döndüğümüzde herşey hazırken ben niye heyecanlıyım? istanbul'daki dairemi de kiraya vermişken, gitmeden ve kış ortasında hem de, neydi derdim? hem de annem babam arkamdan gelip evi ikinci bir parti tamamen boşaltacakken... bavullarımızı kapattık, herkes uyurken, yardıma gelen amcanız eser de dahil, herkes uyurken, sabah ezanıyla oturup yazı yazıyorum kuzularım. uçağa bindiğimde geride bıraktıklarım ve kanat açacak olduklarım beni gülümsetiyor. içim umut dolu. sevdiklerimi, beni sevenleri gördüm, görebildiğimce... istanbul'a selam olsun. ben gidiyorum. biz gidiyoruz. Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-77168660515415252402012-12-30T06:52:00.000-06:002012-12-30T09:15:38.583-06:00yıl biterkengeride bırakmanın tatlı burukluğuymuş bu sabah, yağmurdan sonraki puslu aydınlıkmış, büyüyen bebeğimin derin uykusu, geceyarısı susuz uyumaya devam eden yorgun bedenimin garip rüyası, yerli muzun kalan yarısı, az zamanın darlığı, bugünden sonra yeni bir başlangıca açılacakmış bu son günler...eski yılın son günü yarınmış. on gün sonra toplanıp yola gidecek olan ben her gidişimde olduğu gibi bir daha dönmemecesine gitmek istiyorum, dörtmevsimin doğasında var bu. kışın ardından hava ılınacak misali bilirim yumuşarım dönünce. bebeğime son lokmasına dek yedirmem, kendi karar verir doyduğuna, keşke bir kereliğine öyle serbest gidiversem, diyorum, öyle olsun, bu yıl bitimi içimde kopan kalan herşeyi salıyorum doğaya, kendim kalmaya söz verdim yine.
Metis, kuzum, Babil ile baban ankara'dayken farklı bir saadet yaşadık, baş başa, dido ve deniz de vardı, seni çok seviyorlar. ağabeyinin yokluğunda sanki daha bir çok konuşuyordun, avcı gibi herşeye atılıyor, herşeye müdahelesiz dokunmaya çalışıyordun, Babil olunca sanki onu gözlemlemekten ya da onun patırtısından daha az dışavurumcusun, ama açılıyorsun, büyüyor serpiliyorsun git gide. dün akşam hamsi yemek için ağzını yavrukuşlar gibi açan, sabah dido'suyla zeytinli peynirli kahvaltılar eden akıllı oğlum. bildiklerini bana da öğretsen, yeni yıla kalbim daha hafif ve duru bir serinlikte girsem. seninle sarılıp uyusak şimdi. gözlerinin içi gülen, muzip, bilge, mis oğlum, güzel yüzlüm, Babil'imin güzel kardeşi, seni seviyorum Metis'im.Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-67198056567806525552012-12-20T00:21:00.000-06:002012-12-20T00:23:13.762-06:00yeniden yazmakneredeyse bir ay kadar önce böyle yazmaya başlamışım:
<blockquote></blockquote>neden şimdi yazmaya başladın yeniden diye soracaksın, haklısın. soruları sormadan cevapsız yazsam, altı yedi ay öncesinden almadan bugünden giriversem satır aralarıma, kendimden gizlenmeden yazsam yeniden, kimsenin ne düşündüğünü önemsemez dörtmevsim, hele de çok girdaplardan dönüp gelmişken, sağlam adacığımdayken, çocukluğumdaki güvensizliklerimi okşarım usulca, canımı acıtmazlar benim. yıllar sonra izmir'de olmak silkeledi beni. bugünümde çıkış bulamadığımı düşündüğüm arayollardan kaçmış, idealize ettiğim o çocukluk haritama geri dönmüştüm. hani insan beyni yapar ya en başta neden çıktığını unutur, o sokağa geri dönünce anlamlanır o ilk neden. değişimin kendisinden de öte dönüşümü yaşadığım o ilk gençlik yıllarımdan bugüne yeniden o haritaya dönmek, bir anne ve eş, yuvakurucu olma kimliklerinin de ötesinde o çocukluk hassaslıkları ile dörtmevsim olarak aynı haritaya dönmek bende ışıklar yaktı. anlamını çok çok iyi bildiğim ve artık ezbere anımsadığım retorikler haritası bu. sevdiklerime sağlam sarılırım, zaaflarımın üstüne gidip bana çocukluk günlerimin rollerini biçenlere en başta kendime gülümserim, dilimde selam ve sevgi olsun sadece, kendim için ve kendime dimdik dururum. kafamı karmakarışık sananların yanılgısıdır benim coşkularım, telaşlarım, heyecanlarım, gitmeyi isteyişim, biliyorum, sebebini çok daha iyi anlıyorum, roller biçilmeden kendim olduğum bir dünyam var, dörtmevsimim ben, geldiğim yerden çok uzakta ya da herhangi bir mekanda, anın içinde özgürce dörtmevsimim ben. çocukluğumun en önemli evrelerinin geçtiği evde yaşadığım yalnızlığın ve asimetrik sevgi sarmalının sorumlusu dörtmevsim oluşumdu belki de, farklıydım ben, zaten hiç gruba dahil olamamıştım, klüp dışındaydım, düşüncelerim ve ifadelerim kalıbın dışındaydı, bazen fikir yoğunluğum ortamı bozardı, bazen de safça hayatı sevişim, aslında sevilirdi farklı oluşum, ama öte yandan kalıba uysam daha iyi olurdu işte, o zamanlar nedenini anlayamadığım kabul edilmeyi isteme telaşım belki de doğamdan ötürüydü ve belki de ortamın doğamda öne çıkardığı herşey de buna tuz biberdi. elimde iki bebem, büyük bir döngüden çıkmış bir şekilde o çocukluk haritama dönmek bana varoluşumu gösterdi sanki, dörtmevsim yalnızlığı içinde kendi ayakları üzerinde durmalıydı ya hep, yorgun, savrulmuş ve çocukluk evini idealize eden dörtmevsim ise yine bu arzu ve umutla sarsıldı, sıkıştırıldı, o duvarlar konuştu bana, aslında o duvarların yankılanan sesi kendi beynimin gizli duvarlarında savruluyordu zaten. ataerkil anlayışın kadın üzerine kurduğu tüm söylemleri savurur dörtmevsim. eğitimlidir, iyi okullarda okumuştur, çalışmıştır, hergün çalışıyordur, iki çocuğu ile birlikte herşeyini düzenler, gezer, tozar, yapar, eder, niye gariptir ki bu ve nereden gelmiştir bu orta sınıf yorumun kendi varoluş biçimini, geldiği yeri reddeden yanılgısı? dörtmevsimim ben. iş, ev sahibi, eş, anne olma gibi tüm nokta noktalar bir kenara, ben ben olmanın mutluluğunu yaşıyorum, bana olur olmaz yerde düşüncesizce dokunmasın kimse.<blockquote><blockquote></blockquote></blockquote>
yazmışım içimi dökercesine, yazmışım ama sonra kalmış, tamamlayamamışım bir şekilde günün telaşında. tesadüfi değil, kalıcı bir yanma biçimi değil ya, savrulmadan duruldum ben yine, kendi içimde, sığınacak liman arama kuzum dedim kendime, zihnimin ve kalbimin ışıklarına sarılıyorum ben, karartıları ışıklar aydınlatsın, şimdilerde ise bu ateşim sönmüş başka ateşler yanar içimde. Metis yedi aylık oldu bile. şubat ayında dört yaşını dolduracak olan Babil'imin tüm gün süren eğlencesi ile konuşan, çığlıklar atan, gülen, oynayan, her ortama ayak uyduran üzüm gözlü bebeğim Metis büyüyor. çok yazacağım daha çok... seninle ve sana dair... bunca telaşın ve beklenmediklerin arasında hızla büyüdün bebeğim. bu sayfalar Babil ile Metis'in olsun, ben de satır aralarımda olayım ve yazayım yazabildiğimce...Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-62609346120598901872012-04-16T09:23:00.008-05:002012-04-16T15:43:17.116-05:00biricik37 haftalık karnım ve yazma hevesimle bilgisayarın başına oturmak yine de zor, yazacak o kadar çok anı, duygu varken, kafamın duru yoğunluğuyla ikna oldum satırlara dökülmeye. günlerdir çılgınca sürdürmüş olduğum "nesting" yani yuva yapma içgüdümü bir nebze de olsa tatmin edebilip kendimi azıcık da doğum öncesi dinlenmesine aldım. Babil'ın 3 yaş enerjisi bana mutluluk veriyor bir o kadar da yoruyordu, tabii asıl sebep onunla zamanımı doldu dolu yaşamak isteğim ile evimizi, yeni bebek için de herşeyi annem gelmeden tamam edeceğim arzumu çılgınca eşzamanlı yerine getirmekti. tam pilim yeniden şarj etmeye konulacakken annem geldi, ilk kez amerika'ya ayak basan annem jetlag denen meleti de sallayıp silker, kendini gün ışığına göre adapte eder ve tüm ortak jetlag teorilerinin altını kazır. Şu anda hafta sonunu çok yoğun yaşamış olan ev ahalisi halen uyuyor, saat sabah 9. günlerdir gece geç yatmayı adet edinen oğlum dahil. ben de uyudum uzun zamandır ilk kez rahatça. eşimin alerjileri geçmiş, garip bir şekilde hamilelik sebebiyle tek ağrıyan yerim olan sağ bileğimi annemin sürdüğü merhem rahatlatmış, yapılacaklar listesinde ıvır zıvırlar kalmış, annemin türkiye'den getirdiği pamuklu emzirme gecelikleri bir serüvenin daha ne kadar yakın olduğunu hatırlatmış ve ben bir kere daha anne olacağım için tatlı, duru bir heyecana uzanmışım. Babil halen minnoş, bebeğim o benim, değişimin farkında, annesinin etrafında onun nereye gidip gitmediğini kontrol etme modunda, anne ders vermeye gitmesin, anne spora gitmesin, anne gitmesin, anne evde olsun, ben yoksam beni beklesin, ben varsam benim olsun, ah kuzum ben ne desem ne yapsam, hep diyorum sana ben buradayım diye, oğlum sen okuldayken ben seni düşünüyorum, sen kardeşlerle oynarken, yemeğini yerken, orada öğle uykunu uyurken hep seninleyim, seni düşünüyorum, kuzum, bebeğim, misim, sütüm. Babil'e soruyorum, bilsin diye eşsiz olduğunu, benim onu ne çok sevdiğimi diye: kaç tane Babil var? Babil cevap verir: bir! evet kuzum, kardeşin yoldayken, sen pek yakında ağabey olacakken, bilmenizi istiyorum, seni, babanı, kardeşini, hepinizi ayrı ayrı tüm varlığımla eşsiz seviyorum. her biriniz teksiniz, biriciklerimsiniz, birtanesiniz.Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-34990212249651975082012-02-04T09:38:00.004-06:002012-02-04T09:53:06.561-06:0027. haftada27. haftanın sonunda içime dolan rahatlık beni nereye götürecek bilmem ama şu anda iyi bir yerlerde olduğuma eminim, kalbimde her türlü olağandışı sevgiye yer var sanki, hiç beklenmedik misafirleri buyur edebilir, olmadık yerlerden çıkagelen sürprizlere şaşırmayabilirim, içimdeki kıpırtıların verdiği bir kimya olsa gerek bu, kendi doğamın da katkısıyla, ama bir anne ayının koruma güdüsüyle pençelerimi açıp yavrularımı olur olmaz seslere karşı sakınabilir, kendi doğamın akışına, yaşam duruluğuma aykırı olan her canlıyı ve varlığı dışımda bir yerlerde bırakabilirim de. deli bir kimya bu. Babil müthiş kış tatilimizin ardından, iki sevdiği aktiviteye daha kavuştu, babasıyla kucak kucağa hem de, birincisi ayaklarına uygun kayak ayakkabısı bulamayacağımız kadar minnoş haliyle çok iyi kayan babasının kollarında kayağa başladı oğlum, hem de ne keyif, ben göbeğimin endamı ve denge merkezimi bozma ihtimalinin yanı sıra, delice kayarken bana tehdit oluşturabilecek maceracı ruhlardan çekinip bu sene pistlere çıkamadım, içimde kalmadı desem yalan olur, orta hallice kayıyorum ama çok keyif alıyorum, seneye acısı çıkacak, babaları ne yapar bilmem ama bebelerimi bırakıp kayak keyfini günde az saatle olsa da süreceğim. Babil'in ikinci aktivitesi ise babasıyla yüzmeye gitmek oldu, oldum olası suyla arası iyi olan kuzumun en az benim kadar yüzmeyi sevmesini isterim. okyanus kıyısında su keyfi yapan çocuklarla ilgili <a href="http://www.barnesandnoble.com/w/hello-ocean-pam-munoz-ryan/1102570879">kitab</a>ını okurken biz de plaja gidelim, Babil de kale yapsın şeklinde ifadeler kuran bebeğim yüzmeyi sevecek anlaşılan. tüm bu aktivitelerin ötesinde, 3 yaşını doldurmasına çok az kalmış olan bebeğim büyüyor, onunla hep baş başa, koyun koyuna olmama rağmen doyamadım, sanki çok ama çok hızlı geçti zaman. halen doğuma az kalmasına rağmen şaşkınlık veren ikinci hamileliğim çabuk geçiyor. Babil'in katkısı büyük bunda. oğlum Babil soğuk hava dinlemez, parklarda, açık havada olmayı sever, oğlum az öz konuşur, babasının ismini sorduğumda Cengiz diyebilecek kadar bir değişik espri anlayışına sahiptir, oğlum hayvanları çok sever, karada havada suda, hepsini. Babil kitap kurdudur, okuduğu hikayeleri gün içinde anımsamayı ve örneklemeyi sever, Babil arkadaş canlısıdır, yeni insanlar, yeni mekanlar ve keşifler yüzünü aydınlatır, Babil sevecendir, öpülesi sıcaktır, kuzudur. oğlum okula gitmeyi, resim yapmayı, oyunlar oynayıp şarkılar söylemeyi çok sever, sesi yumuşacık, inceciktir. Babil banyo yapmayı sever, yemek seçer ama iştahlıdır, her türlü pilavin canavarıdır, ayrıca bir etoburdur, frambuaz en favori meyvesidir, ekşi tatlı meyvelere bayılır. arkadaşıyla saatlerce oyunlar oynadıktan sonra bile oyuna doymaz, ayrılık vakti gelince üzülür, çok süper bir ağabey olacağının kanıtıdır bu. Babil öğle uykusu uyumak istemez, direnir, son damlasına kadar enerjisini kullanmak ister, sevdiklerini evine getirmek ister, babasının arkadaşı, dedesi, anneannesi, annesinin arkadaşı, kendi arkadaşları, hiç farketmez, sevdikleriyle güle oynaya zaman geçirmek ister, ateşi çıkıp da baygın düşünce ancak ikna olur yorulmuş olduğuna, dinlenip yine sabah aynı enerjiyle güne uyanabilir, annesinin evhamına karşılık babasının rahatlığı kazanır, Babil babasıyla yüzmeye gider, hayatın dengesi ne güzeldir dedirtir. Babil kuzudur, aşktır, oğlum, minik adamımdır kendisi, içimdeki bebeğimin güler yüzlü ağabeyidir.Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-26313039625982627712011-11-01T10:39:00.011-05:002011-11-01T11:17:24.856-05:00mektup<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://4.bp.blogspot.com/-UqKPu55MiIE/TrAZbFb5FxI/AAAAAAAAAbk/qjpKuaLOb8k/s1600/mektup.JPG"><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;width: 200px; height: 150px;" src="http://4.bp.blogspot.com/-UqKPu55MiIE/TrAZbFb5FxI/AAAAAAAAAbk/qjpKuaLOb8k/s200/mektup.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5670059883965781778" /></a><br />neredeyse birinci trimester bitmek üzere, son haftaya girdik, bundan sonra daha da iyi hissedeceğimi ve karnımın da büyümesiyle daha da herşeyin gerçek olacağını biliyorum. bu sefer cinsiyetini öğrenmeyeceğimiz bebeğimizi beklerken daha da heyecanlanacağımı biliyorum.<br />hayatı bahanelerle yaşamanın hatta yaşayamamanın ötesine geçemememiş hayatlara bir umut mektubu olsun bu. yapmak istediklerine bahanelerle engel koyan zihinlere tavsiyeler olsun bu. dünyaya sevinç, mutluluk ve umutla doğanlara ve doğacaklara kalpten bir tını olsun bu.<br />oğlum ve henüz karnımdaki bebeğim, hayatı en değerli haliyle duyumsadığınızda, önceliklerinizin, tutkulu sorumluluklarınızın bilincinde olduğunuzda, hayatı bilgelikle yaşamanın güzelliğini daha iyi anlayacaksınız. hayatlarını kıskaçlar ve engellenmelerle yaşamış insanlara tanıklık etseniz dahi, onları ekseninizden ayrı tutun. başka varoluşların değişmezlerini ve değiştirilemezlerini bilin, tanıyın. görebildiklerinizin ötesindeki bilinmezleri kabul ederken, sezgilerinize inanın, insanın kendi duyumsayabildiklerine inanışıyla başlar hayatı keşfedişi. kuzularım, düşecek olan elma dalda durmuyor, hayat devam ediyor, her anın güzelliğini güvenle ve umutla tadın.<br />3 yaşına basmasına dört aydan az kalmış olan oğlum Babil'in büyüdüğü kadar minnoş olmasına şaşırıyorum, filmi geriye sarıp yeniden düşlediğimde, içimde büyüyen ikinci yavrumu duyumsuyorum, yepyeni bir film var kalbime yazılan. yaşadığım her anda katlanarak büyüyen bu sevgiye, yavrularımın güzel enerjisine renk katacak her varoluşa merhaba, buyurun varolun hayatımıza, gerisi uzak olsun. umut ve neşeyi doğallığıyla yaşayan, varlığına huzurla katık edebilen her varoluşa kalbim sonsuz açık, gerisi ardımızda kalsın. kuzularımı kanatlarımın altına aldım, kanatlanıp uçacakları o gün geldiğinde dahi bilsinler bu dünyada ve her nerede olursam olayım, benim fikrim, kalbim ve sevgim sizin, canlarım, aşkım babalarından olma mis bebelerim, sizi seviyorum. dün babanızın doğumgünüydü yavrularım, iyi ki doğdun murtim!Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-62580742619461893972011-10-13T18:35:00.006-05:002011-10-27T16:24:41.927-05:0012 haftabugün 12 hafta oldu, oğluma kardeş geliyor, herşey hayal gibi, bugünkü ultrasondan sonra kendimi daha bir gerçek değişimin içinde duyumsadım. oğluma hamileyken hiç yaşamadığım bulantılarım olmasa bu gerçeklik duygusunu tam anlamıyla duyumsamayacaktım belki ama şimdilerde ortaya yavaş yavaş çıkan karnım ve azalan bulantılarım yüzümde tatlı bir gülümseme bırakıyor. bir süredir ders vermekle başladığım yarı zamanlı çalışma planımı devam ettirmeye kararlıyım, beni dinç kılıyor. oğlum ne kadar bilinçli söylüyor bilmiyorum ama neredeyse son 3 haftadır ''göbüşümde ne var oğlum?'' diye sorduğumda ''göbüş, bebek'' diyor. Babil haftada iki gün okula gitmeye devam ediyor, okulunu çok sevdi, arkadaşlarının isimlerini sayıyor, neler yaptığını anlatıyor, her okul gününde neşeyle evden ayrılıyor, çok mutluyum, hep böyle olsun umarım. bu aralar ilgi alanları, tercihleri şekillendi, aktif bir hamilelik geçirmemi sağlayan enerjisi ile akvaryum, park, gezintiler, tren maceraları ile dolu dolu günler geçiriyoruz. babamız bu ay çok yoğundu, seyahatleri vardı, ona rağmen kendimi hiç de zorlanmış duyumsamıyorum. bu sefer doğuma annem gelecek, Babil için en çok, harika olacak onun için, gözüm arkada kalmayacak. Babil'de sezeryan olmam gerekmişti, saatler süren denemeden sonra, bu sefer yine normal doğum deneme şansım olduğunu söyledi doktor, bakalım akışta göreceğiz, nasılsa annem de gelecek ya, en önemlisi Babil'in hayat akışı, bebek ve ben iyi oluruz, o açıdan içim çok rahat. ikinci kuzumu 36 yaşımda doğurmuş olacağım inşallah, bundan sonra yepyeni bir dönem daha açılacak, içim umut ve sevinç dolu. oğlum hayatımın en güzel eşiklerinden birisinden geçmeme sebep olan kuzum (birincisi baban), şimdi de kardeşinle yaşayacağız bu mutluluğu, hem de sen olacaksın yanımızda bu sefer, ne güzel kuzum. babana söz verdim yalnız, bu sefer sürpriz olacak kız kardeşin mi erkek kardeşin mi olacağı. kardeş, bebek diyorsun ya göbüşümü sevip, önemli olan o, biz sağlıklı ve mutlu olalım, başka ne isterim. seni seviyorum ağabeylerin en kuzusu. Babil kuzum.Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-83340223655116261642011-08-30T12:12:00.004-05:002011-08-30T12:39:19.821-05:00yeni bir haftaBabil'in okula gittiği günler yazı yazmak istiyorum, bunu düzenli olarak yapacağım artık. Hayatın tadını düzenli olarak keyifle yaptığım işlerle daha iyi aldığımı duyumsuyorum. İş aramaya başladım, yarı zamanlı iş bulmak niyetindeyim. Bakıyorum, arıyorum, bulacağıma inanıyorum. Geçen haftaki ilk okul gününü Babil'in öğretmeni öyle güzel özetlemişti ki sevinçten yerimden zıplayacaktım. Akşamüstü oğlumu babasıyla almaya gittiğimizde bahçede öğretmenine top attığını gördüm, yüzünde o tatlı gülücüğü, kıyafeti değişmişti, bizi görünce sevinçle yanımıza geldi, hemen bana dönüp ''su!'' dedi, annesini görünce aklına ihtiyaçları geliyor demek ki... kuzum... Okulun ilk günü sabah saatlerinde keşif modundaymış, oyuncakları ve çevreyi keşif, öğlen yemek de uyumak da istememiş, ama keyifliymiş, oyuncu ve meraklı; sonra biraz yorulunca uyumak istemediği halde asistan öğretmenlerden bir tanesinin kucağında sallanan sandalyede dinlenmiş. Dinlenme saatinden sonra sınıftaki çocuklarla ve öğretmenlerle iyiden iyiye iletişime geçmiş. Gülücüklerini paylaşmış, anlamadıkları bir dilde, Türkçe kelimelerini kullanarak onlarla iletişime geçmiş. En sevdiği oyuncaklardan birisi de mıknatıslı alfabe olmuş, harfleri söyleyip uzun süre oynamış. Öğleden sonra atıştırmalıklar sunulduğunda öğle yemeğinin acısını çıkarmış. Tuvalet meselesine gelince, çoktan bezi atmış olan oğlum biraz direnip uzunca tuvaletini tutmuş olmasına rağmen kazasız güzelce tuvaletini de yapmış. Mış, mış, mış. Ben orada yoktum, ikinci elden duyduğum bu güzel haberler beni çok mutlu etti, herşeyiyle. Heyecanlı, mutlu ve dopdolu bir gün geçirmiş oğlum, çok mutlu oldum, o anlar ben orada olmadığım için bunca farklıydı diye düşündüm, oğlum hayatın içinde güven ve mutluluk dolu duruşuyla varolacak, şimdiden, minik bir adam olarak dahi... Bu sabah da keyifle gittin okuluna, geçen hafta başladığın için sadece bir gün gittin, bu hafta Salı ve Perşembe, koskoca iki gün gideceksin, bundan sonra böyle. Bu sabah okul kapısındayken hemen bana ''aç'' dedin, kapıyı açar açmaz merdivenleri gülen yüzünle tırmandın, keyifle başladın bir başka okul gününe, sınıfına girer girmez sevdiğin oyuncakların başına geçiverdin, tatlı öğretmenin bizi güleryüzüyle karşıladı, kardeşler oyunlara dalmışlardı bile. Bebeğim, bu veda anı bana zor gelmedi ilk günkü kadar, bana gülümsedin, odadan çıktığımda içim rahattı, oğlum çoktan okullu olmuş benim. Canım oğlum, seninle gurur duyuyorum. Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-33787896975205394412011-08-25T16:31:00.007-05:002011-08-26T05:39:51.138-05:00ilk günOkulun ilk günüydü bugün, belki de büyük değişimin öncesinde bunca zamandır suskun kalmış olmamın sebebi bugünün bekleyişiydi. Düşünmeden yazmak istiyorum, karşımdaki yoldan geçen bisikletliden bakışımı çevirdiğim gibi, telefonla konuşurken kahvesini yudumlayan sarı saçlı kadın içeri girmeden bu cümleyi bitireceğimi düşünüyordum ki yanılmışım. 2 yıl altı ay koyun koyuna geçirdiğimiz zamanın olanca hızıyla beni son çizgide geride bırakmış olmasına şaşırmadım, maratonu ne güzel tamamladım, ama şaşkınım, yeni koşuya hazır bile olduğumu düşünmezken kendimi iş başında buluyorum şu anda. Saniyelerin usulca aktığı saatime bakıyorum, oğlumu okula başladığı bu ilk günde kucaklamama çok az kaldı. Neden yazmadım, neden yazamadım? En son Türkiye’deyken yazmıştım, 3 aydan fazla olmuş bile.
<br />
<br />Dışarıda telefonla konuşurken kahvesini yudumlayan kadın şimdi yanımdaki koltuğa oturmaya karar verdi, belki de onu yanıma oturması için çağıran benim. Benim gibi büyük bir kupada latte ısmarlamış, ikinci kahvesi, uzun oturacak belki, ben bir saate buradan çıkacağım. Hayatın içinde beynimin dalgalarını bilinç ve farkındalıkla, biraz da bağımsızca duyumsamak istediğim bir zamanı yaşıyorum. Şimdinin varlığı garip bir boşlukla ferahlıyor sanki, akıcılığını koruduğu kadar, boşaldıkça doluyor zaman. Neden yazmadım, neden yazamadım? Soruyu cevaplamak, dürüstçe cevaplamak için yazıyorum. Yazının kısıtsız somut ferahlığına sığınabilir miyim? Zihnimin şaşkın bakışını kalbime dokunarak odaklıyorum. Kelimelerimi neden bu kadar özlemişim? Beynimde düşündüğümden farklı olamaz yazdıklarım. Olabilir. Düşüncelerimi yazdığım o an yakaladığım kalıcılık ve duruluk, ifade bulmaktaki arzumun sıfatları. Ne dediğimi bildiğim ve anladığım kadar ne bilmek ne de anlaşılır olmak istiyorum şu anda. Sadece yazmak istiyorum. Hiç konuşamadığım, hiç paylaşamadığım kadar yazmak. Kimse yok, ben ve ben varız. Neden yazmadım, yazamadım bunca zaman?
<br />
<br />Oğlum büyüdü, koca adam oldu, hatalarımla, doğrularımla, ki bilmiyorum hangi kategorilerde nasıl toparlarım bunları, sevgi dolu, mutlulukla büyüdü, büyüyor. Mayıs ayında Türkiye’de kaldığımız 4 hafta sonunda anladım ki oğlum okula hazır, görmek, tanımak istiyor. Haftada iki gün okullu oluyor benim oğlum, Salı ve Perşembe. Haziran ayında Türkiye’den döndüğümüzde biraz şaşkındım, ilk defa hem burada hem de orada, aynı anda olabilmeyi istediğimi farkettim, burasını olduğu kadar orasını da yaşamak ve oğlumla da paylaşabilmek istediğimi farkettim, dünyamı ne kadar çok genişletmek istediğimi, oğlumun evrenini katmanlar ve derinliklerle enginleştirmeyi, ona yalın ve ahenkli bir cümbüşün varlığını göstermeyi arzuladığımı anladım, çoktan biliyor ki oğlum, ben kimim ki ona dünyayı göstereceğim? O güzel çocuk beyninde, ruhunda sevgiyi, sevilmeyi bilmesinin de duru gücüyle çoktan aralamış olduğu kapıların ardındakı o duru ışığı keşfetti biliyor benim oğlum. Temmuz ayında arabamıza seyahat ihtiyaçlarımızı koyduğumuz gibi batıya doğru yola çıktık. South Dakota eyaletinin de batısına gittik. Bütün eyaleti boydan boya geze geze geçtik. Chicago’ya geri döndüğümüzde bir haftalık bu seyahatin ne kadar da rahat geçmiş olması bizi mutlu etti. Neden yazmadım, neden yazamadım bunca zaman? Seyahatin ardından Ağustos ayında girdiğimiz anda geri sayım misali zamanın hızlıca geçeceğini biliyordum, geçen hafta Wisconsin’de yaptığımız kısa tatil sonrasında haftanın başlayışıyla aralandı kapı, değişimin kapısı, büyük başlangıç, okulun ilk gününde koynumdan ayırdığım yavrumu yepyeni bir ortama atıverecektim.
<br />
<br />Salı günü öğretmeni Kim evimize geldi, her türlü donanımının ötesinde kapıdan içeri girer girmez yaydığı olumlu ve ılımlı enerji ile biliyordum ki Babil bu genç öğretmenin sınıfında çok mutlu olacaktı. Dün ise Babil ile beraber bir okul ziyareti yaptık. Bir saatliğine dışarı çıktığımda bensiz çok da rahat olduğunu görünce bugün o kadar da zor olmaz sandım. Babil için kolaydı ama ben duygusaldım. Oğlum babanla gelip seni alacağız sonra, kardeşlerle oyna, yemeğini ye, uykunu uyu, gelip seni alacağız akşamüstü diyerek ayrıldığım oyun odasının kapısı arkamdan kapandığında içime bir ateş indi, aylardır içimde gezen ateş kalbimin ortasında bir delik açtı sanki. Gözlerimin ıslanmasını engelleyemeyişim engin bir mutluluk duygusundan. İçimdeki gücü yeniden kavrayışımın şerefine, inandığım herşeye, içimdeki sevgiye sarılışımın şerefine. İnsanın yavrusuna duyduğu sevgi, yeryüzünde insanoğluna olan inancın hiç sönmeyeceğine dair bir umut ışığı. Neden yazmadım diye sormuyorum, yazıyorum, şimdiyi, geçmişin eşsiz bilgisi ve bilinciyle, umut dolu, yazıyorum. Gözlerim nemleniyorsa yapabildiklerimin ve yapabileceklerimin şerefine. Oğlumun varlığına, nice mutlu başlangıçlarına. Yeniden yazıyorum. Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-57111538191720781662011-05-15T17:06:00.005-05:002011-05-15T17:43:45.328-05:00sevgisadece günce olmaktan çıkıp yazmak isterim, sana, kendime, canım oğlum. uyku tutmadı, beraber yattığımız yataktan kalktım, yazmak istedim, ne yazmak istediğimi bilmeden yazmaya başlamak yine... şu anda türkiye'deyiz, 8 haziran'da chicago'ya dönene dek nasıl plan yaparım, nasıl buluşmak istediklerimle buluşurum bilemiyorum, bu sene yol yorgunluğu, saat farkı bizi çarptı. gelmeden önce artık türkiye'ye gitme zamanı diyordum, buluşmak güzel, ama uçağa binip amerika'ya dönesim var şimdi, yüzleşmeler zor, insanın kendi gerçekliğini karşısındakinin seni algılamak isteyişinden bağımsız anlayabilmesi böylesi buluşma dönemlerinde zor kimi zaman. kendimi özgür duyumsamak isterim hep ya, burada sanki ayağım bağlanıyor, tökezliyorum bazı bazı. bir dolu saçmalığın arasında, gerçekliğimden uzakta safsata algılayışların ortasında ben yani dörtmevsim kalakalmışken ipincecik ruhumun içine sığınıyorum, düşünüyorum. bugün ilk kez tanıştığım bir kadına içimde varolan, kimsenin bilmediği o gizli yerden, benden söz ettim, hiç kimsenin bilmediği gizli dünyamı, ne olduğunu söylemeden onun varlığını zikrettim. ne olduğunu kimsenin bilmediği ben. insanın sosyal yüzüne bulanan, geçmişinden gelen her türlü köklenmiş dışarıdan algılanış biçimlerinden arınmış o varoluş. annemin benim olmamı istediği, keşke böyle olsaydın, böyle ol isterim deyişine gülümseyen o beni seviyorum. ya da korla kavrularak, yana yakıla maruz kaldığım bir tavra isyan eden kendime bakıp, saçmalama ne var bunda, öyle oluversin deyiverebilen o içimdeki beni seviyorum. beni ve çocuğumu asla bir daha görmek istemediğini zikretmiş birisini görme olasılığının kapısını sırf o kişinin varoluşu için bile kıymetli olacağını bilişimden buyur ediverebilen beni seviyorum. sevildiğimi bilmek beni mutlu ediyor, koşulsuz, kayıtsız beni seven dostlarımı seviyorum. akşam sen arabada uyuyakalmışken, köfte ekmek aldığım dükkanın önünde saçıma sinen ızgara kokusunu seviyorum. yıllar önce yaşanmış, şimdilerde terk edilmiş o evin bahçesinde bomboş havuzun etrafını bürüyen otlara bakarken içimde duyumsadığım o cızlayışı seviyorum. bu satırlara yazarken eksik, gedik ifadelerimi seviyorum, hepsi o içimdeki gizilliği besliyor sanki. babanın senden 82 yaş büyük dedesinin bastonuyla oynayışına, ona o tatlı sesinle dede deyişine bayılıyorum. hayatın kimi zaman parça parça dağılmış, toparlanmayı bekleyen masum savrukluğunu seviyorum. uzaklıkların yakın olmaktan kimi zaman daha sevgi dolu oluşunu seviyorum. terleyen başının nemli bukleleri arasındaki o mis kokuyu içime çekerken uykumun çoktan kaçmış oluşunu seviyorum. az biraz sonra yanına kıvrılıyorum oğlum, sen en tatlı ve heyecanlı rüyana dalmışken...Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-84438916999330460762011-04-19T20:56:00.000-05:002011-04-19T20:56:52.569-05:00seni düşünürkenhayır, evet yerine hep hayır, evetse bile hayır, öğrendiğin bu güçlü sözcük, kişisel tercih ve isteklerinin ifadesi, kiraz renkli dudaklarından döküldüğü zor anlarda bile direnişinin ifadesi bu sözcük insanı gülümsetiyor. meme bitti oğlum, hayır, inek sana süt getirmiş oğlum, içer misin? hayır. oğlum tuvaletin geldi mi? hayır. peki. (bir iki dakika sonra kendisi gider ve yapar) şu son birkaç gün çok zorlandım oğlum, senin göğsüme sokuluşuna direnmek çok zor kuzum, mis sıcaklığınla, ılık ılık nefes alışınla... ama iyiyiz. daha da kolaylaşacak. mayıs ayında türkiye'ye gitmeden önce böyle olması çok daha rahat olacak, yüreğim buruluyor halen biraz, ama derinde içim rahat bebeğim. bugün yatmadan önce sağanak yağan yağmuru izledin camdan, su diyordun, su, gökyüzünden akan su, yağmur, bahara açan tomurcuklar suya doysun, sen uyurken...Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-80093479375143534482011-04-15T21:55:00.001-05:002011-04-15T22:25:28.957-05:00tomurcukbugün hiç meme emmedi oğlum, ah kuzum, ah bebem, meme bitti annem, inek sana süt getirmiş al ondan iç, yok annem memede süt kalmamış, bitti bebem diye diye 2 yıl 2 ay 1 gün emzirdiğim oğlumu süttem kestim sanırım, bugün itibariyle veda ettik, zorluğu birkaç günü, belki bir haftayı daha alır, ama sonra rahatlar sanırım, ne de olsa kendi kendine uyuyor, yemeğini yiyor, meme sadece keyfine keyif katıyordu. göğüslerim süt dolu şu anda, bu kadar ürettiğimi ben bile tahmin edemezdim. önceleri imkansız geliyordu, bencilce buluyordum, bunca sene emzirmiş olmama rağmen istiyorsa vereyim diyordum, istedikçe alsın, kendi bıraksın, bırakacağı yok ki oğlumun, iş bana kaldı, ama zamanı geldi oğlum, içimde öyle duyumsadım, umarım iyi olur böylesi, çok sızım sızım sızlamadan geçeriz bu dönemden de. bebeğim, artık gözü de karartıp gece gündüz küloda geçtik, hiç bez yok artık, sabah kuru kalkıyorsun, olur da sabah odana geç girersem kaçtığı oluyor ama ne olacak ondan sonrası kolay, herşeyin pratik yolunu bulduk biz. havaların iyice ısınmasını bekliiyorum, şehrin tadına varmalar, seyahatler, gezmeler, tozmalar derken bu yaz hızla geçebilir, sen okula başlamadan önce sana nasıl doyacağım ben? haftada iki gün gidecek olmana rağmen aklıma düşüyor hep. Oğlum, seninle baharı karşıladığımız bu günlerde 35 yaşımı doldurmama ramak kalırken içimde garip bir titreşim, hayat içimde yeniden filizlenirmiş gibi, yeniden doğar gibi. hayatın hiç durmadan akması, zamanın tutulamazlığı ne hoş, anların tatlı varlığı. ağacın dallarında yaprak olmak üzere açan tomurcuklar gibi geliveriyor yaşam elimize, dokunabildiğince sev, görebildiğince anla, hatta daha fazlasını... kokunu içime çektiğim, mis ayağından seni öptüğüm o anın eşsizliği. başka ne kalır geriye sözü edilecek? iyi ki doğdum ben!Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-24939747113978414282011-03-25T01:37:00.005-05:002011-03-25T07:49:49.897-05:00bahardan önceşubat ve mart ayları geldi geçti bile... sen ikinci yaşını doldurdun 13 şubat'ta Babil'im, canım oğlum. dünya çok karışık bu sene, biz kendi dünyamızın ayarlarını geniş pencereye çevirebiliyoruz baban sayesinde, odanın duvarındaki dünya haritasını gösteriyorsun, hiç ayak basmadığın nice yerlerde senin yaşındaki çocukların ne zor hayatları var. günlük hayatımızda olan biten önemli değişimleri anlatacağım tabii ki de ama satır aralarında annen neler hisseder, neler düşünür bu aralar bil diye yazacağım yine, insan doğasını anlamaya çalışma çabasının sonu yok, toplumsal direnişlerden bireysel kavgalara dek... <br /><br />bebeğim sen 18 aylıkken başlamış olduğumuz tuvalet eğitimi meselesi sende 22 aylıkken klik etti, o zamandan beridir gündüzleri sadece külot giyiyorsun, geceleri yine de bez takıyoruz ama sabah kuru kalkıyorsun, küçüğünü tuvalete yapıyorken büyüğünü yapmamakta direniyordun, ama onu da yapıyorsun bebeğim, son birkaç haftadır yakala kaçır misali yapıyorken bu hafta artık büyüğün gelince bana söylüyorsun ve tuvalete gidiyoruz, alkış, heyecan! aferin oğluma, ben sana ne öğreteyim bebeğim, sen bana öğretiyorsun neler neler yapabileceğini, miniminnacık koca adamımsın sen benim. <br /><br />dedenin bizi çok uzun soluklu bu ziyaretinde ona iyice bağlandın, amcan da geldi, dede diyorsun, amca derken c harfi zor geliyor, amma diyorsun, dede nereye gitti deyince kapıyı gösteriyorsun, dedenin yolculukları, babanın iş seyahatleri ile havaalanına yaptığımız sıkça gidiş gelişler sebebiyle uçak denen bu kocaman gökkubbe araçlarına ilgin arttı, bizi sevdiklerimize götüren, özlemlere sebep olan, deniz aşırı hayatımızın arabulucu dev araçları bunlar, uçur bizi, bizi de gezdir kanatlarında dercesine arabalardan daha da ilgili oldun uçaklara. konuşman, ifadelerin açıldı, olayları tanımlamak istiyorsun, dede gitti, dede bay bay. evde anne ve babanla türkçe konuşuyorsun ama ingilizce konuştuğumuz günlük hayatımız ve arkadaşlarımız arasında senin de ifadelerin iki dilli oluştu, ''gitti'' dediğinde ingilizce ''gone'' da diyorsun, ama araba demek yerine sadece ingilizce ''car'' demeyi tercih ediyorsun. o güzel kafanın içindeki süreçleri anlamak, duyumsamak istiyorum her an. tadını çıkarıyorum tatlılığının, beraber uyuyoruz, oynuyoruz, geziyoruz, bu eşsiz anlar geri gelmez diyerek tadına varıyorum, ama tadına doyamıyorum senin yavrum. bu yaz sonunda 2,5 yaşındayken okula başlayacaksın, çoktan hazırsın, haftada 2 tam gün gideceksin, hem seni çok özleyeceğim, hem de senin için çok keyifli olacağını düşünerek bu zamanı kendim için de iyi değerlendirmeye çalışacağım bebeğim. <br /><br />kelimeler, ifadeler, tanımlar... kimi insan, beyninin anlamayı istediği şekliyle tanımlar etrafını, duymak istediği şekilde anlar olanı biteni, kendi yanılsamaları doğrultusunda çarpıttıkça güçlenir sanki, bilgin olmuştur, yalpalanarak dolaştığı zihninin duvarlarını dış dünyaya rengarenk yansıtmıştır, çok yönlülük diye adlandırdığı varoluşu, kararsız fikrinin ve kırık kalbinin sonucudur, kalbi kırık doğmuştur sanki, kırık olsun ister hep, tamir olmasın, hatta kıpkırık olsun hep ister ki bahanesi olsun odaklanamayışına, sorumluluk alamayışına. böylesi insanlar nicedir ve durumları oluruna bırakılmalıdır yavrum. yine de herkesin, herşeyin deneneceği bir başka şans daha vardır derim ben, esnetebildiğince esnet olasılıklarını evrenin oğlum. neden olmasın inatçı inek köprüden suya düşer belki kendine gelir, tabii kendi debelenmelerinde boğulmazsa.Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-60324404928833853982011-01-07T21:41:00.001-06:002011-01-07T21:41:40.476-06:00yeniyılyeniyılın ilk haftası neler yaptık? <br /><br />kış dönemi <a href="http://www.merrymusicmakers.com/">müzik</a> kursumuza yazıldık ve ilk dersimize gittik, Babil artık iyiden iyiye katılır oldu, dans ederek, şarkılara hecelerle eşlik ederek, belli başlı tempo hareketlerine katılarak neşe saçıyor! <br /><br />bu hafta dört aydır kuaföre gitmediğimi kuaförde saçlarımı kestirirken anladım, en son 4 eylül'de gitmişim, pes yani, kuaförüm saçlarımın beyazlarını kapatırken saçımın doğal rengini çok iyi tutturduğundan saçım uzadıkça umursamayıp beklemişim, artık eskisi gibi çok uzun saça bakamıyorum, gerçi saçım yine uzunca, hatta at kuyruğu bile yapabiliyorum ama daha katlı ve şekilli kestirdim saçımı. <br /><br />oğlumun ikinci yaşının dolmasına çok az kaldı inanamıyorum. <br /><br />biraz yediklerime dikkat edeyim diyorum artık, sütüm de azaldı zaten, hani emzirirken yediklerime dikkat etmek anlamında, halen emziriyorum dediğimde göz yuvarlayabilecek herkese selam olsun! rejim demek bazen garip geliyor, üstüme dikte edilen bir formata köle olmuşum gibi, tercih etmiyorum o fikri, farkettim ki (eşim hep söylerdi de gel laf dinle işte) pek fazla et yemiyorum ben, yani protein fazla almıyorum, karbolara aban canım aban, o da insanı doyurmuyor, şimdilerde sabah omlet, öğlen tavuk ya da balık, akşam et ya da benzeri, ayrıca her öğünde salata ve sebze. genel olarak daha az yediklerimi artırıp (protein ve sebze), daha çok yediklerimi azalttım ya da ortadan kaldırdım (bol şekerli meyveler, ekmek, pilav, makarna, tatlılar). daha dinç hissediyorum kendimi, başlarda biraz zorlandım, halen zorlanıyorum, oh şöyle kepek ekmeğine bir katman nutella sürsem diyorum, vazgeçiyorum, yerine badem yiyorum azıcık, yerini tutmuyor ama... aslında insanın anne olduktan sonra demeye dilim varmıyor ama belli başlı mihenk taşlarından sonra vücudunu algılayışı değişiyor sanırım, ama yapısal olarak Babil'e bir kardeş gelsin diye dombili olma ihtimalim varsa bu ihtimali ortadan kaldırmak için yazık ki yıllar öncesinde geride bıraktığım bu yediğine dikkat meselesini tekrar ele almam gerekti, fikre çıpa atalım, daha sağlıklı olmak, derlenip toplanmak, eksik protein ve sebze alımından hallice kronik yorgunluğun çaresi bu adımı atmaktı, başlayalı tam iki hafta oldu. haftada iki ya da üç kere spora da gidiyorum hep ama yediğine dikkat etmeden değişimi yaratmak zor, gerçekçi olan yaklaşım bu.<br /><br />oğlumun ikinci yaş gününde bir parti yapmak niyetinde değilim, belki biz bize günübirlik bir gezi ve kutlama yapabiliriz. içim bir garip, bebeğim büyüdü, halen minnoş ama kocaman oldu da bir yandan...<br /><br />oğluma gündüzleri bez giydirmiyorum artık, evdeysek ya popo açık ya da külot var, çoktandır tuvaletini söylüyor, bazen ''potty''ye yani lazımlığına yapıyor, bazense etrafa, ben lazımlık demiyorum, ''tuvalet'' diyorum, ''oğlum ç.. k... tuvalete'' diye, yavaş yavaş yol alıyoruz, çok fazla beklemek istemiyorum, böyle uzun süreceği söylense de, bütün gece kendi yatağında deliksiz uyuyan, çatal kaşıkla yemek yiyen, top oynayıp müzik ritmiyle dans eden, lego ile yaratıcı şekiller yapan, bizimle akıllı oyunlar kurup şen sosyal kahkahalar atan yavrumun ne kadar büyüdüğünü görürken tuvalet meselesini geciktirmek garip geliyor açıkçası. aslında biz 18 aylıktan başladık, biraz yarı zamanlı devam ettik, araya tatiller girdi, bazen geçici duraksamalar, daha tutarlı olsam belki daha hızlı olacaktı ama bazen Babil direndi, bazen ben pes ettim, ama şimdilerde sifon çeken, tuvalete bay bay bile yapan, ayrıca 11 saatlik gece uykusundan kupkuru uyanan yavrumun hazır olduğuna eminim, oğlumu gözlemlerken kendi iç sesimi takip ediyorum.<br /><br />biraz havadan sudan, biraz olan bitenden yazdım, aslında eksik yazdım, değişimi beklerken bazen aslında değişim diye dramatik bir durum olmadığını öğrenirsin ya da bunun farkına varırsın ya, akışın kendisi var bu aralar belki de, hatta dramatik denilebilecek bir değişim dahi olsa bu akışın bir parçası olacak, hemen hamurumuzu ona yoğuruvereceğiz, dönüşürken biz ve biz bize olacağız hep, başta garipsedim içime doğan bu duyguyu, sonra rahatlar gibi oldum, hani sıktıkça elinden kaçıverir ipin ucu, ucundan rahatça tuttukça elin terlemez, kavrarsın gidişatı, sanki böyle. su bulanmadan durulmaz derler, bazen bulanıklık sandığın hareketin ve dalganın ta kendisi oluyor, su değil ki bulanık olan, rüzgarın ve dalganın etkisiyle sallanan yosunlar ve savrulan kum...<br /><br />ince bir tabaka kar yağdı, tuttu da hatta. bir üstüne yağsa keşke bu gece, her yer kupkuru, ne güzel tutar, yakınlardaki bir tepelikten kızak kaymaya gideriz, kar dolsun her yer! hem belki bir de kayak kayacaktık yakınlardaki bir kayak merkezinde. müthiş kayak tatilimize ithafen bir de ''midwest'' tepelerinden inelim diye... karın yağmasını bekliyorum, yoksa kışın tadı kalmadı, hazırım baharın gelmesine.<br /><br />tilki, papağan, su, anneanne, dede, araba, anne, baba, möö mööö, traktör, bebek, at topu, yapma, mısır, mee mee... kulağıma ve kalbime dolan tüm kelimelerinin tınısına deli oluyorum, canım kuzum.<br /><br />sıradanın ya da gündeliğin ötesine geçebilsem, zihnimin en ince kıvrımlarından dökülebilsem burada, tuttum ve tutuyorum yine, bırakabildiklerimle... seni seviyorum Babil.Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-77072065524544738542010-12-20T20:50:00.005-06:002010-12-20T20:54:07.533-06:00birdenbirebu yıl henüz bitmeden içime azıcık dolan hüznü mü paylaşsam, yoksa yeniyılın neler getireceğine dair heyecanımı mı yazsam? bir başka dünyanın insanıyım ben bu aralar. günlük koşuşturmaları tamamlarken oğlumla ağır çekimde zaman geçirmek istiyorum. skype üzerinden anneannesini ve dedesini tanıyan oğlum evde annemle babamın resmini gösterip "anaaane" ve "dede" diyor, inanılmaz, çok kısa sürelerde aynı mekanı paylaşmışlar, ama teknolojinin de yardımıyla biliyor, tanıyor, seviyor onları, ekrandan cilveler, oyunlar yapıyor onlara. sevinsem mi üzülsem mi şaşırıyorum bazen. bu yılın nasıl geçtiğini anlamadım sanki, ama son aylar yavaşladık, beklemedeyim. sevinçlere ve güzel değişimlere vesile bir yıl diliyorum kendimize, tüm sevdiklerimize ve sevenlerimize. bugün lapa lapa kar yağmaya başladı, hava soğuk ve yerler buzluydu, sanırım her yer sabaha kadar pof pof bembeyaz olacak. oğlumun kar deyişine bayılıyorum, yatmadan önce camdan dışarı bakıp da yağan karı göstererek "kar" diyor, kar yağıyor oğlum, sen çoktan yatağında sımsıcak uyudun, dışarıda usul usul yağan karın sanki incecik düşüşünü duyuyorum, ya da hayal ediyorum var olmayan böylesine ince ve derinden sesi, kar tanelerinin her birinin benzersiz şekli vardır ya onlar gibi duygular yağıyor içime bu aralar, bir o yandan bir bu yana, bakalım derlenip toplandığında nerede buluşacak tüm bu duygular... sabırla beklemek hayatın en büyük erdemlerinden belki de... bilmeden ya da bilerek beklemek, sabırsızlanmadan, beklentilerin arsız titreşimlerinden arınmış, beklentisiz, değişimi duyumsarken sabırla beklemek, varoluşa kendini bırakırken, sorumlu yaşamak, akıllı ve bilge davranmak, korkuyu tavsiye eden cahil bilgelerden uzakta, kendi kuytusunda dingin ve sevgiyle dolu olabilmek, paylaşırken kendini sorumsuz cahillerden sakınabilmek, kırılmanın k'sinden bu yana bir satır arası kalır geriye, ben de bu yağan kar gibi düşer ve erirken zihnimin ara duvarlarında, sırtımın üşüdüğünü hissederim. ayağımın altında kalan battaniyemi istanbul'daki evimızden getirdim, üstünde rahmetli kedim zeus'un tüyleri var halen, üşüdüm, battaniyeme sığındım, aşkımın koyduğu likörümden bir yudum aldım, klavyemden son kelimelerimi tıklarken günün somutluğunda ne çok soyutlamalarla düşündüğümü farkettim yine. zihnimi arındırırken yazayım, yazarken arındırayım isterim, zor, çok zor, filtrelerin dünyasında zor, elimden geldiğince açılıyorum, kapalı kaldığınca kalsın yazdıklarım, paylaşabildiklerim sevincim olsun, oğlumun sevgisi her yanımı ısıtsın.Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-67105493926642510742010-12-19T22:05:00.000-06:002010-12-19T22:05:56.633-06:00tatil ve bizaralık ayını ve 2010 yılını, colorado'da geçirdiğimiz kayak tatilimizin tadıyla bitireceğiz anlaşılan. ayın 13'ünde, oğlum tam da 22 aylık olduğu gün yola çıktık, chicago'dan iki saatten fazla süren bir uçak yolculuğunun ardından iki saate yakın bir araba transferi ile dağa çıkılıyor, hava değişiminin vücutlarımıza yaptığı etkiyi sadece yolda değil, kayarken, gece uyurken de hissettik, su ihtiyacı, oksijen darlığı, tüm konfora ve denetime karşın doğanın eşsiz egemenliği... vardığımız gün kayamayacak kadar geç olduğundan salı günü açılışı yaptık. ilk hamlık tedirginliğini atınca, mavi pistlere dalabildim. artık mavi pistlerde kayıyorum, müthiş! siyah pistlerde rahatça kayan eşimin iknası ve birkaç motivasyon hediyesi ile (yeni kayak pantalonum, birkaç şık aksesuar) kendime inandım, dikkatli ama güvenli bir cesaretle bir yerime ziyan getirmeden bu tatili tamamladım! 20'li yaşların başında öğrenip de yıllarca ara verilince, bir de üstüne bir yerime birşey olmasın, çocuğum var diye ket vurduran bir fikirle yola çıkınca iş sarpa sarıyor tek başınayken, aşkım da baktı ki ben yerimde sayacağım, işi ele aldı ve benim şüphelerime rağmen sonunda karar alarak babil'i kayak merkezinin yuvasına 2 gün 2'şer saat bıraktık ki beraber kayalım, oğlum ilk kez yuvaya gitti, yuvadaki ilk gününe dair çizelgesinde yazan sıfatlar: "content, happy, friendly" yani memnun, mutlu, dostane. kamyonlarla oynamış, öğretmeniyle saklambaç oynamış, arkadaşlarıyla el işi yapmış, canım ne uyumlu, tatlı bir kuzusun sen! seyahat etmeyi seven, yeni yerleri keşfetmeye bayılan bebeğim otelden kayak merkezinin eteğine transfer sağlayan gondola binmeye bayıldı, kaldığımız otelden her yere transfer yapan minibüse kaç kere bindi bilemiyorum, yattığı yeri yadırgamaz, gündüz biraz uyuduysa akşam uykusuna dek idare eder, ne varsa yer, yemezse canı çekeni belirtir onu yer, gezer, koşar, etrafına gülücükler saçar, aferin kuzuma, aferin, iyice gezgin oldun sen, seni tutana aşkolsun artık! her seyahatimizde ufkunun ne kadar da genişlediğini görüyorum, mekan değişimi ile kaşif yönünün iyice ortaya çıktığını farkediyorum. babil'i yuvaya bırakınca, eşimle ben, babil'e dönüşümlü bakmak yerine beraber 2 saat boyunca kayabildik, bu bana öyle iyi geldi ki! beraber benim tek başıma girmeyeceğim pistlere girdik, ben yavaşça indim, eşim bana teknik talimatlar da verdi kayışımı düzelteyim diye. babil'in 3 yaşını doldurduktan sonra kesinlikle kayağa başlamasına da kararlıyız, kar ve soğuğu heyecan ve coşkuyla karşılayan oğlumun dağ sporlarına ilgi duyacağına emin olduk artık, hem ailecek yapılabilecek en güzel etkinliklerin başında geliyor, hem de chicago'da uzun ve durağan gelen kış aylarımızı keyifli kılıyor. chicago'ya yakın eyaletlerdeki kayak merkezlerine de gideceğiz, her ne kadar colorado gibi olmasa da üzerinden kayılabilecek bu tepecikler de bu heyecanımı ayakta tutacaktır. familyamızın kayakçı olacağı göz önünde bulundurulursa ve de en geç yaşta öğrenenin de ben olduğum düşünülürse, en çok çabayı benim göstermem gerekiyor! bu kadar kayak heyecanı ifadesi yeterli. oğlum, herşeyden önce senin varlığının tatlı mutluluğu içimizi dolduruyor, baban bazen beni şaşırtan ifadeler kullanır, chicago'ya dönüş uçuşumuz için havaalanına giderken yolda araba koltuğunda uyuyan seni gösterip, "böyle bir adam yoktu daha önce, bak şimdi var" der, ne kadar da hızlı büyüdüğünü düşünürüm, içim titrer. canım yavrum, sevgimizi kalbinde ve tüm varlığında bilecek, hissedeceksin hep, seni olduğun gibi, her halinle sonsuz seviyoruz. yepyeni bir yıla daha girmeden bu yılda bize verdiğin herşey için, varlığın ve eşsiz sıcaklığın için sana teşekkür ederim yavrum. hayatımızın şans kıvılcımısın, değişimin ve dönüşümün sapasağlam bir dengede duran noktacıklarını ince ince boyayan doğal varlığınla benzersiz bir sevginin kaynağısın. hayatı akıllı, cesur, sevgi dolu ve asıl bir duruşla yaşamanın tadını bilirken aşkla yaşayacaksın oğlum, aşkla doğduğun gibi, babil olup da kalbimize dolduğun gibi...Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-14347843336950252572010-11-27T23:38:00.011-06:002010-11-28T08:18:28.543-06:00karışık, hepsi birden...31 Ekim Babil'in babasının doğumgünüydü, bu sene Cadılar Bayramı için oğluma kıyafet almadım, şimdilerde sağlam tercihleri olan bebeğime kendi tercihimle bir kıyafet giydirmek istemedim, zamanı geldiğinde ve kendi de isterse yaparız dedim. Ortalıkta kapı kapı toplanıp delicesine yenen şekeri içim almıyor, giysi kısmına da zamanı gelince karar veririm diye düşünüyorum, hani nutella yer, kinder çukulata yer oğlum, gurme tatları keşfeder de, gereksiz şekerlemelere dalmasa derim. Güzel geçen biz bize doğumgünümüzden sonra Kasım ayına hızla girdik, gerçi Kasım ayı pek hızlı geçmedi, hatta kendi pek bir yavaş ve daraltarak geçmeye niyetliydi ki Chicago'daki altıncı yılımızdan gün alışımızla bizi ziyaret eden arkadaşlarımız oldu. Değişim rüzgarlarının nereden eseceğini kestirmeye çalıştığım şu günlerde, zamanın ağır tiktaklarına kulak verirken peş peşe bu ziyaretler bize ilaç gibi geldi. Arkadaşlarımız Babil'i çok sevdiler, oğlum ne çok yakınsın sen, hemen sokuluveren, kendini sevdirmek bir yana, sevgisini gösteren güzel kalpli, neşeli oğlum benim. Son gecenin sabahında, annesinin babasının arasında değil de daha üç gündür bildiği ama hemen sımsıcak sevdiği dostlarımızla yatak keyfi yapan Babil, sen ne sevecensin kuzum, şaşırıp kalıyorum sana ben, güzel ruhlu, güleç oğlum, bu güzel duyguları hep paylaş kuzum olur mu? Benim evde kaldığım bir günde de beraberce akvaryuma gittiler, bir ara babası arabadan birşey almaya gitmiş, oğlum hiç mi hiç yadırgamadan durmuş onlarla. Bu bize yazın yapmayı umduğumuz baş başa üç beş günlük tatile ümit ışığı oldu, hani annem ve babamla iki hafta kalsa Babil, onlara da alışır, hem belki biz de onu bırakıp bir kısa kaçamak yapabiliriz, hem o zamana daha da büyümüş olacak, belki ben de daha içim cızlamadan oğlumu bırakmayı öğrenirim, ne de olsa gelecek yaz sonunda, yeni dönemle Babil'i haftada iki gün okula başlatacağız, çok iyi olacak, oğlum okullu olacak. Şükran Günü ile basan kış soğuğu gözümüzü korkutmuyor, oğlumun soğukla arası iyi, gezmek, dolaşmak olsun, hiç umrunda değil belli ki. Etrafın çok güzel süslenmeye başlanması ile şehir merkezi sonbahar hüznünden sıyrıldı. Artık yaz bitti diye üzülmüyorum. Field Museum'a, hani şu dinozorlu müzeye bu ay üye olacağım sanırım, bir de şehir merkezi, içi süslenmiş alışveriş merkezlerinde dolaşmalar, biraz alışveriş, bir de müzik dersi derken bu zorlu kış günlerini kolay hale dönüştürebiliriz. Christmas öncesinde bir kayak tatilimiz de var, sanırım yeni yıla girmeden yoğun bir dönem olacak. Oğlum, yaşamın değişimlere gebe olduğu dönemlerde daha hareketli, araştırmacı, dingin bir aktiflikte olmakta fayda var, nelerin değişeceğini, nelerin aynı kalacağını beraber göreceğiz, ama içimde duyumsuyorum ki bu yıl bitmeden bir küçük noktacık koyarız yaşam haritamıza, yepyenini bir rotayla... Sen hep böyle neşeli ve sağlıklı ol, yeter. Konuşkan bebeğim, kendini ifade edişindeki en bayıldığım tavrın, neşeli gururun, hani bildiğini ifade edebildiğinde yüzündeki o gururlu gülüş, müthiş, eşsiz. Bayılıyorum o imalı ifadelerine. Bir de tam söylemekten kaçındıklarını işaret diliyle söylüyor olman da kendine olan güvenini perçinledi, istediklerini, zihninden geçen ve paylaşmayı arzuladığın herşeyi bir şekilde ifade edebiliyor olmak senin de hoşuna gidiyor, dil gelişimini bu neşeli tavır da körüklemiş oldu. Farklı arkadaş ortamlarında İngilizce konuşulduğunda daha gözlemci bir hale büründüğünü görüyorum, bu çok hoş, tamamen farklı bir dil konuşulduğunu anlıyorsun, evde okuduğumuz İngilizce kitaplarla da aşinasın bu dile, hatta bazı favori kitaplarını ben sana okurken kendi dilinde tekrar ediyorsun, beni taklit edecek tatlı sesler çıkarıyorsun, senin tüm bu gelişimine tanıklık etmek müthiş bir duygu. Aklımda bir de en son evdeki bir sohbette somutlaştırararak ifade ettiğim bir notu buraya koymak var. En çok da kendime ve Babil'e bu not, oğlumun babası da bu noktanın altını çokça çizer. Ben kendi bakış açımla farklıca çiziyorum sanırım ama aynı ortak yola çıkıyor ifade... Korku kültürü hakkında... Babil doğduğundan beri sağlık sisteminin içinde ve de kıyısında gözlemlediğim korku bazlı yaklaşımlar. Benim tavrım net, korkular üzerine kurulan her türlü tavır, ister iyileştirmek amaçlı olsun, ister korumak, uçurumlara açılan kapılar haline geliyor. Hastalıktan korku, gelişimin gerisinde kalmaktan korku, az ya da çok, iyi ya da kötü gibi kutuplu bakış açıları kadar korkarak kaçınmak üzerine kurulu yaklaşımlar, eyvah ki ne eyvah! Ben bu ateş çemberinin etrafı saracağı kapıyı açmam artık, bilmeden açıp da tanıklık ettiğim bu kapının koluna elim değse bile beni yakmaz bu ateş, görüp de bildiğim ateşe elimi sokmam ki ben, oğlumun doktorunu 100 kere de ihtiyaç duysam yine değiştiririm, tercih ettiğim bakış açısını ve tavrı bulana dek, o ideal doktoru bulmasam ne olur, belli görevleri dışında yetkisinin ve yapabileceklerinin sınırlarını bildiğim bu doktor denen adam da bir insanoğludur neticesinde, her insan gibi olabildiğince, yapabildiğince varolan... Bir kitapçıktaki maddeleri karşılamadığı için zırt pırt çocuğu test etmeye çalışan doktorları reddediyorum, ebeveynlerin "başarıları"nı kalıplar üzerinden sorgulayan, çocuklarını da bu kalıplar üzerinden algılamalarını dikte eden sistemi sorguluyorum, çocuğa sanki belli metodların ürünüymüş gibi bakan gözlerin her türlü algısını reddediyorum, ebeveynleri ve çocuklarını keşiflerinde özgür kılmak bir yana, korku kültürünün birer kölesi haline getirmeyi iş edinmiş tavırlara kapımı kapatıyorum, bünyede hiç varolmamış korkuları aşılamaya çalışan bu sistemi sarsıyorum, sorguluyorum, proaktif olma kisvesi altında huzursuzluk yaratan her türlü soğuk, sorgulayıcı, iğneleyici, kibirli tavrı silkeliyorum. Sağduyunun peşindeyim, akıllı, sağduyulu yaklaşımların, yoksa korku aşılamayı hedefleyen ve ancak bu şekilde "önlem" alınabileceği sanrısını sayıklayan yaklaşımların değil. Sağlık kadar, eğitim alanında da bu böyle. Ve korku bana göre çıkmaz bir sokak, hele de ilk kez anne oluyorsan ve herşeyi kendi başına keşfedip öğreniyorsan, hataların da olsa, onlardan öğrenerek ilerleyebilirsin, ama korku ile gireceğin her yol çıkmaz sokak. Belki yaşamın tüm aşamalarında bu böyle. Oğlum bilinç ve güven dolu cesaret duygusu ne güzeldir, güçlü ve de dingindir, coşkusundaki güven seni akıllı atılımlara yöneltir. Canım yavrum, sen bil ve hisset, böylelikle hayatta herşeyin zamanı güzelce gelir, merak etme sakın. Çok daldan dala atlıyorum, aklıma ne yazdıysam burada yazıyorum, kaçırmamak için, notunu almak için, bir gün gelir de yaşamlarımızın değiştiği, güzelleştiği bu dönemi gülümseyerek okursun diye. Koca adam olduğunda hem de... Seni seviyorum, her zaman, sonsuz, bunu da oku, hem de tekrar tekrar oku, olur mu? Annen, dörtmevsim.Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-25091281293921424832010-10-21T21:15:00.009-05:002010-10-22T06:23:38.760-05:00zamanin icindenbir gune neler sigar, kac canliyla etki alanlarimiz kesisebilir? farkinda olduklarimiz kadar, farkina varmadiklarimiz da var. eszamanli kac dusuncenin icinde varolabiliriz? dokulebilme olasiligini dusundugum bir bardak icecek yere dokuldugunde sasirmiyorsam eger, o fikri aklimdan gecirmis olmamin bir anlami var demektir. ya da bana en kotu tavirla cevap veren hic tanimadigim bir kadina sasirmiyor olmam da onu disaridan kodlayabiliyor olmamdandir. kotu olma olasiligiyla beklentilerimi en aza indirgedigim bir haber, haberi veren kisiden kaynakli supheyle yaklastigim bir haber, olabilecek en iyi sekilde cikiyorsa ve ben buna sasirmiyorsam, sebebini bir sekilde biliyor olmamdandir. bunca soyut ifade neden? yasadigim su son gunlerde ince ince gelisen olaylarda yakaladigim detaylar var. tesaduf olmayan bu ince detaylar beni bulmaca cozer gibi bir sonraki detayi gozlemlemeye yoneltiyor. alt katimiza ücüz cocuklari olan bir aile tasinirsa, ardindan ikiz cocuk muhabbeti yaptigim ust komsumun ikiz bebekleri olacagini duyarsam, bunun da hemen ertesi gunu muzik dersinin hocasi ikiz kardeslerinin dogumgununu kutluyorsa ve ben tum bu detaylara sasirmiyor ve de bayiliyorsam bunda ne hikmet vardir? hayatin getirdigi bu essiz dokunuslara hayranim. benzersiz bir ahenk ve renkler butunu... oglum da benim gozlerimle bu detaylari duyumsayabilecek mi? bir gune ne cok farkli enerjinin sigabildigini? bazisi buruk hissettirirken bazisi nasil da neselendirecek ve bu denge nasil da hayranlik uyandirabilecek, bilge bebegim bunu benden cok cok once duyumsayabilecek mi? hayatta bizleri sarsan her titresimin bir dengeleyicisi oluyor sanki, buna inanmak bile bir denge saglayan unsur... bilge bebegim benden cok daha fazla duyumsuyor yasami ve farkli sekillerde ifade ediyor bunlari... yeni ogrendiklerini gururla gosterirken bana, an be an gelisimin varoldugunu gosteriyor yine bana. bense burada oturmus kafamdaki hayvanat bahcesinden sadece tilkiyi cekip cikarip anlatmaya calisiyorum. hani tilki hem kurnaz hem de sevimli ya belki de ondan. oysa ne cok sey var diyecegim, ucundan yakalayip da anlatamadigim... etrafimizda olan hicbirsey bizi bos gecmiyor. birbirimizin hayatlarina dokunuyoruz. bunu bilmek bazen urkutucu, bazen guzel... bazen koca bir gunu yasadigim haftalar oluyor, bazen de ilginc detaylari kovaladigim bir suru minik an. hepsinde oglum var, daha rafine dusunmeye calisiyorum, onun naifliginde ve durulugunda bakmaya calisarak ki bu ne zor... canim oglum, bilge bebegim, o zihninden neler geciyor, nasil anliyorsun dis dunyayi, sana sunulanlari? dilerim zihninin duvarlari simsicak renklerle bezelidir. seni seviyorum.Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-73952514823911417412010-10-17T12:08:00.004-05:002010-10-17T12:24:00.959-05:00ruyadun gece cok garip bir ruya gordum, aslinda garip degildi, cok anlamliydi. hani altindan selalelerin aktigi uzun vadileri birlestiren asma kopruler vardir ya ustunden sallana sallana gecilir, saglam olmasa, ya da cok agir yuk binse ustune, parcalanarak dokulebilecek olan turden... iste oyle bir koprunun uzerinden bir universiteli kafile geciyor, iclerinde ben de varim. benim yardim etmekle sorumlu oldugum yaslica bir profesor de yanimda, cok degerli bir bilim adami, hem de dilbilim alaninda. koprunun uzerinden rahatca gidiyoruz. biraz sallana sallana. derken profesorle benim ayagimizin altindaki tahtalar az da olsa korkutucu bir bicimde ayrilmaya basliyor, adam yere kapaklaniyor, sorumluluk duygusuyla karnimin ici kavrulurken adami tutuveriyorum, kendimden daha onemli onun yasami. megersem yanimda cocukluktan bu yana dostum olan Deniz varmis, o beni hemen uyariyor, asma koprunun tutunma kisimlarindaki kirmizi seritleri gorunce meger surunmek gerekiyormus, hemen adami ayrilmamis olan saglam kisma aliyorum. emniyetteyiz. cok ilginc, ben dusmekten korkmuyorum ama adamin dusmesinden korkuyorum, nasil bir durum bu?! sonra yorumladim ruyayi. ruyamda Deniz'in olmasi tesaduf degil, o benim icimdeki uretkenligi, yeteneklerimi animsatmayi amaclayan ve anahtari gosteren, guvendigim kisi, belki de benim icimdeki, kendine inanan ve guvenen ben. hayatini korumakla yukumlu oldugum bilim adami ise iste bu yeteneklere ve uretkenlik arzusuna sahip olan ben. kopruden gecerken en cok ona karsi sorumlu hissediyor olmam da geri plana atilmis oldugunu hissettigim bu ben'i ortaya cikarmam gerektigi meselesi. uzun cumlelerle yine basim dertte. neyse... asil is belki de onu kopruden sag salim karsi tarafa gecirdikten sonra gitmesi gerektigi yere goturmek. esimin oyle ruyayla isi yoktur, hayatimda sezgileri, ongoruleri en kuvvetli olan insan olmasina ragmen, ona bahsetmedim. once Deniz'i aradim ulasamadim, ben de yazayim dedim. Turkce karakter yok yine, bilgisayarim henuz uykusundan uyanamadi, pilini yenileyemedim. mac bilgisayarlara sinir oluyorum, omurleri cok kisa. bu sacma detaydan sonra ruyama geri doneyim. hayatimda 5 senelik uyanislar olmustur, ben bu uyanislara uyanirken etrafimdaki herkes sacmaladigimi dusunurdu, sonra bu uyanislarin safsata olmadigi anlasildi, ama yillar sonra, garip bir modasi da oldu bu felsefi ya da enerji boyutundaki anlamlandirmalarin. ben simdilerde bundan tam 5 sene once yine bir 16 Ekim gunu ilk kez Chicago'ya gelisimi animsiyorum. 90'larin ortasindan 2000'deki degisim, sonra 2005'teki donusum, simdilerde yine bir bes sene sonra icimde olup bitenleri anlamlandirmaya calisiyorum. ruyamdaki bilim adamina sesleniyorum, o bana guveniyor, benim onu koruyacagimi biliyor, o benim uretken, yetenekli yanim, gunluk yasamimdan ayrismiyor ama bana ozel, bana ayrilmis o uretkenlik alanini, ozerkligini onemsiyor. kulak veriyorum sana, anahtar elimde, bilgisiyle. oglum bile bana sesleniyor, 20 aylik muthis varligiyla, olgun, enerjik, bagimsiz, guclu haliyle beni sasirtiyor; sabrimi tuketmeye calistigi en azgin zamanlarinda biraz mizildanip odasinda kalip oynamaya keyifle razi olusu beni gulumsetiyor. odasini cilginca dagitirken ya da tasiyabildigi, surukleyebildigi her turlu esyanin yerini degistirirkenki guclu durusu, insanin gucu yettigince basarabileceklerinin ne kadar enginde bir yerlerde oldugunu sembolize ediyor zihnimde... canim oglum.Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-21027695609392642262010-10-10T21:19:00.003-05:002010-10-10T21:27:25.715-05:00zihnimden...bilgisayarimin sarjinda bir problem var, buyuk ihtimalle pilinin degismesi gerekiyor, o nedenle cep telefonumdan Turkce karaktersiz yazmaya karar verdim. kisa cumleler olsun bakalim. sevgilim oyle buyurmuslar. cok uzun ve dolambacli yaziyormusum. haklidir, kendisi de yazar adam, kafam dolambacli bazen ne yapayim. bu aralar evde olup da potansiyel evhamli anne olma durumumu bertaraf etme amacli girisimler pesindeyim ama tembelim. of yine uzun oldu ama geri donup silemeyecegim, beni oldugum gibi kabul et ey bilir kisi! bendeniz iyi alistim rahata, bes yildir ofisti, patrondu, bilmem ne projesini son tamamlama gunuydu, unuttum gitti. acikcasi hep basima buyruk ama daha az tembel olmaliyim. kendi kisisel ihtiyaclarim disinda herseye mekik, kendime gelince savsak. itirafname! korku da var mi azicik? kendi dogama uymayan is ortamlarindan muzdarip, basarisiz olmaktan cekinceli... bunca seneden sonra sevgili askim adam bana zaman veriyor, girmem gereken sinava hazirlanmam icin zaman ayiriyor ki kendisi zamani avucunda hissederek verimli calisir, her dakikanin hakkini vere vere isini kaliteli yapar, eh yani daha ne yapsin? bagimsizligimdan odun vermeden cok istedigim saat bazli esnek isimi yapabilmem icin okula donmem gerekiyor. bense o bahane bu bahane biraz da sinavda batiririm korkusuyla avlayamayacagini dusundugu avin etrafinda kukreyip tislayarak dolanan, gozu korkmus vahsi bir kedi gibi huysuzlaniyorum. gicik bir tipim, dortmevsimlikten terfi bu. oglum Babil buyuyor, haftaya 20 aylik olacak, rahatca buyuyor oglum, peki o ne yapsin daha. sevgilimin isleri boyut degistirmeden, onumuzdeki sene belki daha sonra ikinci cocuk dusunmeye baslamadan evvel son sansim, ama zorlaniyorum. cabalarim ve anlik heveslerim bazen Babil'le ilgili bir konuyla baltalaniveriyor, aslinda bunun da altini kazirsak bahane oldugunu goruruz, hicbirseyi ertelemekten hazzetmeyen ben neler yapiyorum of. bir de aklini yavrulariyla fazla bozan ana tipi olmayacagima gore is bu tembelligi ustumden atmaya kaliyor. bazen de gun oyle bir geciveriyor ki bayiliyorum aksama... kimi gunler hakliyim, kimi gunler haksiz ve tembel... bahanesi yok, ihtiyacim olan da belli.. ozgurlugumu hissederek calisabilmek, onceligimin ailem olacagi bir yasam duzeni... bir de esimin esnekligine ayak uydurabilecek bir ozgurluk alani... Bilmem mumkun mudur bu?Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-70649433541404545992010-09-23T14:15:00.022-05:002010-09-23T20:05:46.962-05:00bırak büyüsün<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://2.bp.blogspot.com/_waVV0Sjnbs0/TJuqMYHjxSI/AAAAAAAAAZM/eyLFhA0PXl0/s1600/b%C4%B1rak+buyusun+1.jpg"><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;width: 150px; height: 200px;" src="http://2.bp.blogspot.com/_waVV0Sjnbs0/TJuqMYHjxSI/AAAAAAAAAZM/eyLFhA0PXl0/s200/b%C4%B1rak+buyusun+1.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5520192897881982242" /></a><br />bir daha anne olmak, yeniden bir çocuk sahibi olmak fikri benliğimi müthiş bir heyecanla sarıyor, kendime dönüp bakıyorum, sonra of diyorum çok zor, nasıl yaparım? yapabilir miyim? yavrusunu korumaya alan aslan yavrusu misali kanat germişken etrafıma ve bazen de haddimi aşmışken, yüreğimin bir sorumluluk heyecanını ve sarmalını yeniden kaldıramayacağını düşünüyorum bazen. bedenimin ve tüm benliğimin uğradığı bu dalga dalga duygu seli daha ne kadar çalkalayabilir içimi ve ben bu akışa bırakabilirim kendimi, nasıl yaparım, bir kere daha yapabilir miyim? diye soruyorum kendi kendime. eşimin sık sık daha geniş ve rahat olmamı söylemesini çok haklı buluyorum da, nasıl yapacağım? parmağı kapıya sıkışan oğlumun çoktan "iyi" olduğuna ikna olamayışımı ancak delilik açıklayabilir. bu sabah saat 6 buçukta step dersine giderken hayal meyal gördüğüm dolunay mı, yoksa sersemletici garip rüzgarla gelen olağan dışı sıcak mı sebep bu satırlara? ben delirmiş olmalıyım! kafamı düşüp kırsam umursamayacağım ama oğlumu bu kadar sarıp sarmalamam delilik mi? dünyaya geldiği andan itibaren kendi bedeni ve ruhuyla istediği gibi yaşayacağını bildiğim bir insanoğlu oğlum nihayetinde, biliyorum ve benim bu varoluşa hiçbir hükmüm yok, olamaz, sorumluluklarımın ötesine geçemem ki zaten... <br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://3.bp.blogspot.com/_waVV0Sjnbs0/TJuqUPE50CI/AAAAAAAAAZU/hc8zHrcOtUM/s1600/b%C4%B1rak+buyusun+2.jpg"><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;width: 150px; height: 200px;" src="http://3.bp.blogspot.com/_waVV0Sjnbs0/TJuqUPE50CI/AAAAAAAAAZU/hc8zHrcOtUM/s200/b%C4%B1rak+buyusun+2.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5520193032893878306" /></a><br />bırak adamı, rahat bırak diyor babası, adam oldu benim oğlum, büyüyüp gidecek, gezecek, keşfedecekmiş, şimdiden rahat bırakmaya alış diyor babası, yoksa işimiz iş olurmuş, çok haklı, bırakayım diyorum, bırakıyorum. ama aklım onda, o hep iyi olsun, rahat olsun, delice. kendi anne babamın beni büyütürken nasıl olup da kalplerine bunca sahip çıkabildiklerine, bu deliliği dizginleyebildiklerine şaşıyorum, seneler boyu hep uzun, upuzun mesafeler varken arada... durup durup düşünüyorum, insan cidden de çocukluğuna dönüp bakıyor anne baba olduğunda, neler yaşamış, nasıl yaşamış aklından geçiveriyor bir bir, ben hep güzellikleri anımsıyorum, sanırım tüm yaşanmışlıkları çoktan kucakladığım için, acısı ve tatlısıyla... silinenler, kalanlar, hepsi gerçek nihayetinde, çok yeni kırıklıklar da var, ama ne çok bilgi düşmüş kucağıma diyorum, bazen kendime kızdığım da oluyor, insan doğasının haksız kibrini, insanoğlunun kızgın ve yakıcı bir zavallılıkta hırslı, kinli hallerini unutuveriyorum bazen, ayakta uyuduğum oluyor, görüntülere ya da gerçek olmasını arzuladığım iyi hallere kapılıveriyorum. insan sonsuza dek yavrusunun kokusunu koynunda yaşar, yaşatır, yavrusu her nerede olursa olsun, asla da vazgeçmez ondan, varlığından. bunu biliyorum. daha az deli olmaya çalışacağım. bir daha anne olayım, çok kereler hem de, içime sığmayan bu sevgiyi paylaşmaya hep hazırım ben. <br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://4.bp.blogspot.com/_waVV0Sjnbs0/TJuqpX9ZVsI/AAAAAAAAAZc/cXpOeqkHod8/s1600/b%C4%B1rak+buyusun+3.jpg"><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;width: 150px; height: 200px;" src="http://4.bp.blogspot.com/_waVV0Sjnbs0/TJuqpX9ZVsI/AAAAAAAAAZc/cXpOeqkHod8/s200/b%C4%B1rak+buyusun+3.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5520193396055561922" /></a><br />bıraktım oğlum, istediğin gibi keşfederek büyü. iyi ki baban var insan doğasını benden çok daha iyi keşfetmiş, hissetmiş, sen de bil oğlum, bil ki hayat sana en bilge haliyle açılsın. babil, oğlum, kuzum, kıvırcığım, mavişim. ağacı sev dediğimde nasıl gidip gövdesini seviyorsun ağacın, buna deli olmayayım da neye olayım peki?Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-62543961940477880552010-09-16T15:37:00.011-05:002010-09-16T16:18:22.124-05:00ne yazsam ne yazsam<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://2.bp.blogspot.com/_waVV0Sjnbs0/TJKHDaOUhbI/AAAAAAAAAYs/m96DihwMQpQ/s1600/neyazsam.jpg"><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;width: 150px; height: 200px;" src="http://2.bp.blogspot.com/_waVV0Sjnbs0/TJKHDaOUhbI/AAAAAAAAAYs/m96DihwMQpQ/s200/neyazsam.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5517620986131023282" /></a><br />yazdıklarımın kalıcılığı olmasını isterken anın ve günlük yaşamın en ince detaylarını da önemser oluyorum, zikredilenin aksine yazacak çok şey var da ben oturup yazamıyorum kuzum. yazın bitmesinden ötürü içime dolan garip hüzün mü, bu yaz olan biten tatlı veya acı herşeyin damağımda bıraktığı buruk tat mı, perşembe günü sabahın altısında gittiğim step dersi mi, Babil'in 19 aylık olması mı, beraber <a href="http://www.merrymusicmakers.net/">music together</a> dersine yazılmış olmamızın verdiği mutluluk mu (oğlumun müzik aşkı derinleşecek yaşasın!), yazsam yazarım da bir buruğum işte, oradan buradan, havadan sudan yazasım yok, lay lay lom diyesim yok, pek yok. keyfim yerinde mutluyum, olduğum yerde, hayatımın akışından memnun, birazcık yaz sonu burukluğu bendeki. çocukluğumdan beri yaz sonlarından hazzetmedim, pazar günlerinden sıkıldığım gibi, garip işte. kendi çocukluğumdan anımsadıklarım oluyor sıkça hem de, Babil aramıza geldiğinden beri, çocukluğumun izdüşümleri, belki anne olduğum için, ebeveyn demem kendime, dörtmevsimim ben, Babil'in annesi, oğlumun annesiyim. bu aralar gidesim var bir de, yeni bir yeri keşfedesim var, aralık ayında kayak tatilimiz var iple çektiğim, kışla ilgili en heyecanlı kısım, eşim çok iyi kayıyor, ben idare ediyorum, yeni kayak pantalonum da var bu sene, "hip" görüneceğim, hah! oğlumun seneye yaza okula başlamasına karar verdik, yani iki yaşını doldurduktan sonra, o zamana kadar onunla dolu dolu olacağım, böylesi daha iyi olacak bizim için. şimdiden bir cız ediyor içim, ama onun da dünyası zenginleşecek, her ne kadar şimdi de çok aktivite yaratıyor olsam da okul ortamı bambaşka. hem benim de kendime vaktim daha çok kaldığında işlerimi yoluna koymam daha kolay olacak. değişimlere her zaman açık ol oğlum, tüm coğrafyaların ve zamanın ötesine geçen bir esnekliğin olsun oğlum hep, planladığın yaşam çizginde bu esneklik becerisi sana beklenmedik eşsizlikte gelişmeler sunabilir. tesadüf diye addedilenin de ötesine geçmek, değişimi ve dönüşümü kucaklamak, dengenin tatlı ve düşündürücü ayarını tutturmaya çabalamak, tekrar ediyorum pek çok fikri yazılarımda, sebepsiz değil. sprint atmak hayata, sonra duruvermek, eşsiz manzaranın tadını çıkarırken. esneklik oğlum, esneklik, esneyebildiği yere kadar esnetebilmek hayatı, ucunda taş takılı bir sapan gibi değil, okyanus resiflerindeki yosunlar, mercanlar gibi. aklımda halen Cancun seyahatimizin güzelliği var, yine gitsek o güzel sularda yüzmeye... oğlum ne zamandır trene de binmedik, trenle şehre inelim dedim bugün, şansımıza yağmur yağdı, sonra güneş açtı ama sen geç uyudun, sanırım bu plan da haftaya kaldı.Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-83922412823492942532010-09-07T15:25:00.002-05:002010-09-07T15:32:50.809-05:00rüzgarbugün bizim buralarda deli gibi esen rüzgarın vedası var gencecik bir ruha, hissettiğim, paylaştığım o ki, bu rüzgar o gencecik ruhun, bambaşka bir güzellikte duru bir <a href="http://nehir-im.blogspot.com/">nehir</a> gibi varolmaya devam ettiğini gösteriyor. sonbaharın yaklaştığını gösteren bu haşin rüzgar, kuruyan yaprakları yere savurduğu gibi, tatlı, sarhoş edici bir serinlik de veriyor. bu dünyada varolurken her an farketmeyi istediğim detaylar var, rüzgarın savurduğu çimler kadar esnek olmayı, tarih öncesi çağlardan kalma erozyona uğramış taşların ağırlığında bir tarihselliği hissedebilmeyi, yeni patlayan tomurcuklar misali narin ve mütevazi, dimdik bir çınar gibi mağrur, açık denizde avlanan bir martı kadar özgür, dökülen kuru yapraklarca varoluşu kabullenebilen, suya susamış toprakların enginliğinde kucak açan, her sene meyve vereceği umuduyla sulanan üzüm bağlarınca cömert olabilmeyi isterim, umut ederim. hayatı olduğu gibi kabullenebilmek insanın içine kor bir acı düştüğünde çok zor olsa gerek. sabır ve yaşam sevgisi o acının dayanılmaz sızısını ne kadar alır, tahayyül etmek zor. paylaştıkça azalır mı, hafifler, yoksa katran karası yakar mı derinden? bilmeden paylaşabilir miyim bu ailenin acısını? sahip olduğumu düşündüğüm herşeyin hiç de öyle kalıcı olmayabileceğini düşünmek anın mutluluğunu bozan bir delilik tavrı mıdır? yoksa şükran ve teşekkür mü bunlar evrene? zamansız diye addettiğimiz her gelişme parçaların bütününde nasıl yer bulur? bunu görebilecek algılayış aslında yine dönüyor dolaşıyor bizi yaşamın akışında varolmaya getiriyor. bunu derken bile saçma buluyorum, rasyonalitenin alamayacağı hangi kaybı ben nasıl kabulleneyim? bir <a href="http://nehir-im.blogspot.com/2010/09/kzlarm.html">aile fotoğrafı </a>içini yakarken insanın aynı anda gülümsetiyor da, delicesine, bir ailenin cesaret ve umut dolu mücadelesi, aile olmanın evrensel dokunulmazlığını elimize koyuveriyor. sözler ve ifadeler yarım, bu yazı da yarım, kırık ve dökük, bir o kadar da güçlü, varoluşun sınır tanımazlığı kalbimi ısıtıyor, ben bu pembe ruhun aktığı o başka evreni düşünmeye çalışıyorum, ama rüzgarın sesi beni bu dünyaya çekiyor. ağaçların rüzgara teslim oluşu ve batıya dönen güneş... oğlum halen uyuyor, bense burada zihnimin kıyısından yazıyorum, yazamıyorum...Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-33364016734071143162010-08-13T21:29:00.026-05:002010-08-13T23:04:28.499-05:0018Babil bugün 18 aylık oldu! yine bir 13. cuma günü doğmuştu oğlum bu dünyaya. Küçücük, miniminnacık o bebek büyüdü, koca adam oldu sanki, sabah ilk iş ayakkabılarını kapıya götürüyor, koşmak, dolaşmak, dünyayı keşfetmek için. hiç yönlendirmediğim halde hareket eden herşeye ilgi duyuyor, dil gelişimi bu merakı ile sıçrama yaptı, araba, kamyon, otobüs, uçak, tekne hepsini yerde, yolda, sokakta, gökte takip eder oldu. geçirdiği onca uçak gezisinden sonra ilk kez <a href="http://www.saugatuckboatcruises.com/">tekneye</a> bindi oğlum geçenlerde gittiğimiz kısa <a href="http://holland.org/">tatil</a> gezisinde. artık göldeki tekneleri de anlar, gösterir oldu, ne de olsa tadını aldı, suyun üstünde ve hatta içinde olmanın tadına vardı. bir de hayvanlar dünyasının eğlencesine varmaya başladı, kediler ve köpekler kadar, sokakta rastladığımız tüm canlılar, kuşlar, sincaplar, hepsine ilgi ve sevgi gösteriyor. dev gibi bir av köpeğinin suratını yalaması oğlumu kıkır kıkır güldürürken, komşunun sıcaktan bayılmış kedisinin kuyruğuna kafayı takıveriyor, göl kıyısındaki martıların peşinden çığlıklar atıyor, parktaki oyuncakları bırakıp ağacın altında avcı gibi kuşların ve sincapların yere inmesini bekliyor. oğlum, 18 aylık oldun ya bebeklik günlerin sona erdi sanki, seni 18 aydır emziriyorum, daha da devam edeceğiz ama işte ne olduysa oldu, yetişkinliğe yaklaşılan 18 yaş gibi 18 aylık olman da bir milat bende. iki gün önce arabamızın arkasında asılı olan "baby on board" yazısı kırıldı düştü, dün de sen camındaki güneşliğini söktün attın kendin, "anne ben koca adam oldum, dışarıya bakacağım, çek şunu camımdan" der gibi, ben de direnmedim, kabullendim oğlum. herşeyin adını inanılmaz bir hızla öğreniyorsun, çıktığımız seyahatler, şehir içinde yaptığımız tüm etkinlikler, kitaplarla dolu saatlerimizle sanki daha da coşuyor senin bu ilgin... en son ziyaret ettiğimiz bir kasabadaki <a href="http://www.windmillisland.org/">yeldeğirmeninin</a> önünde otlayan inekleri ve atları çığlıklar atarak işaret ederken sen, bir kere daha şaşırıyorum ve mutlu oluyorum, oğlum benim gibi yeryüzündeki tüm canlıları sevecek, onların varlığını farkederek ve hissederek yaşayacak diye. sonra düşünüyorum, insan olmanın en güzel yönünü yeniden hissediyorum içimde, insanın kalbi, ruhu ve beyniyle etrafındaki canlıları tanımaya çalışmasının ne kadar müthiş bir ayrıcalık olduğunu. kendisini tanıyan, kendisini anlamaya çalışan insanın bu çabayı ne kadar derinde yaşayabildiğini göreceksin oğlum. zihnini açan, kalbinin kapılarını aralayan, ruhunu derinleştiren tüm deneyimler, canlılar ve varoluş biçimleri seni bulsun yavrum. hayatının bu ilk 18 ayında o minik ellerinle dokunduğun ve keşfettiğin her anlamı, zihnine en mutlu titreşimlerle kaydediyor olmanı umuyorum, bu dokunuşlardaki minik payım da benim mutluluğumdur. iyi ki doğdun oğlum, Babil kuzum...Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com7tag:blogger.com,1999:blog-5876190650612385926.post-35896563528165269482010-07-27T14:12:00.006-05:002010-07-27T14:22:15.506-05:00"yurtdışı"nda yaşam<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://4.bp.blogspot.com/_waVV0Sjnbs0/TE8uOlho--I/AAAAAAAAAW8/6DBC8wXHFPw/s1600/lakeshore3.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 150px; height: 200px;" src="http://4.bp.blogspot.com/_waVV0Sjnbs0/TE8uOlho--I/AAAAAAAAAW8/6DBC8wXHFPw/s200/lakeshore3.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5498664498168921058" /></a><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://2.bp.blogspot.com/_waVV0Sjnbs0/TE8ttXnLa3I/AAAAAAAAAWs/dlYdMYnsrQc/s1600/lakeshore2.jpg"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;width: 150px; height: 200px;" src="http://2.bp.blogspot.com/_waVV0Sjnbs0/TE8ttXnLa3I/AAAAAAAAAWs/dlYdMYnsrQc/s200/lakeshore2.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5498663927498369906" /></a><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://2.bp.blogspot.com/_waVV0Sjnbs0/TE8t0WdvE9I/AAAAAAAAAW0/vwDAjC2RB-o/s1600/lakeshore1.JPG"><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;width: 200px; height: 150px;" src="http://2.bp.blogspot.com/_waVV0Sjnbs0/TE8t0WdvE9I/AAAAAAAAAW0/vwDAjC2RB-o/s200/lakeshore1.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5498664047449412562" /></a><br />yurtdışında yaşamak, yurdundan uzakta yaşamak, insanın doğduğu ülkeden, köklerinin bulunduğu topraklardan ayrı yaşaması. ben bu deyimi çoğunlukla yadırgıyorum, durumu adlandırmanın ötesinde tanımlama amaçlı kullanılması beni düşündürüyor. kendi adıma böyle nitelendirilmeyi garipsiyorum. doğduğum ve büyüdüğüm coğrafyadan uzakta, oğlumun doğduğu ve büyümekte olduğu bu ülkeyi evim bilmişken, onca sene yaşamış olduğum ve şimdilerde özlem duyduğum topraklardan uzakta, şu anda bulunduğum coğrafyayı, insanlarını ve yaşam tarzını kucaklıyorum. sınırlarının ve doğduğum ülkeye olan deniz aşırı uzaklığının yanı sıra bu ülkeyi oluşturan herşeyi anlamaya, özümsemeye çalışıyorum, her durumu, olguyu ve duyguyu anlamaya çabalıyorum. yurtdışında nasıl yaşanıyor, genel bir tanımlama yapmak çok zor. insan bulunduğu yeri ve bu yerdeki konumunu algılayışı üzerinden hayatına devam ediyor. Kimisi kendisini hep yabancı duyumsarken gurbet duygusuyla çevresini gözlemliyor. kimisi ayak uydurmaya çalışırken özlem ve dönme arzusu ile anı kaçırıyor. ben kendimi ve de kimseyi önce yazdığım tanımlar üzerinden kategorilere koymayı istemem ancak bulunduğum her koşula ayak uydurmanın da ötesinde bulunduğum coğrafyanın ve insanlarının içinde, arasında, aidiyet duygusu ile varolmayı severim, gönülden sarılır, sever, mutlu olmayı başarırım, içimde neşe duymadığım bir gün geçsin istemem. zorlukları da var olmaz mı? senede bir seferlik buluşmalar, gözden ırak gönülden ırak bahaneli düşkırıklıklarına göğüs germeler, zaman farkının üstesinden gelerek deniz aşırı anı paylaşma başarısı, yeni dostluklar, eski dostluklar, seyahatler, keşifler, yeni ve eskinin zıtlık ilişkisini bertaraf edip şimdiyi ve değişimi kucaklayış, dönüşümü en derinde duyumsama. <br /><br />çok komik detaylar var en başında, güneşin daha farklı parladığına inanma, tek bir basit zımbırtıyı alacağım diye markette 500 saat bakınma, telefonu açan adamın yayvan aksanını anlayana kadar göbek çatlatma gibi abuk sekanslar var işin içinde. sonra bunların hepsi hikaye oluyor tabii. konfor sağlayan modern hayatın çeşitlilik girdabında farkındalıkla seçmeyi ve doğru tercihler yapmayı da öğreniyorsun, hele de çocuğun olduğunda sağlık sigortanı doğru kullanmayı öğrenmekten tut, her türlü sistem içine girme maddesini ince ince deşip, didikleyip kavrıyorsun. araştırmacı kişilik, kurnaz akıl, bilgi ve bilinç, üstüne bir de seni tembellikten koruyan, her işi kendin öğrenip yapman için seni güvenle ortaya atıveren bir kocan varsa işin ehli oluveriyorsun birden. kayak tatilinde herkesin sarışın ve mavi gözlü olduğu ortamda manidar bir biçimde "where are you from?" sorusuna gülümseyerek "from Chicago" deyiveriyorsun, ha ardından aksanını ve tipini kategorilerle buluşturacak bir açıklama getirip soruyu soran elemanı rahatlatman gerekebiliyor tabii ama yani kime ne ben buralıyım diyorsun! dışarıdan çok steril görünen ve konforlarıyla kalıp kafaları cezbeden bu yaşamın hoşluğu ancak iyi ve yaşanılır koşulların getireceği akıllı adaptasyonla, hatta bunun da ötesinde, aidiyet duygusunun özde duyumsanması ile ortaya çıkıyor kanımca. yoksa istanbul'un taşı toprağı altın misali gelindiğinde üstüne konulacak yeri belli bir yurtdışı masalına inanmak gerçekçi olmaz. dünyanın her yerinde olacağı gibi, yurtiçinde veya dışında koşullara ve konuma bağlı olduğu kadar kişinin yapısal özelliklerine de bağlı olarak varoluş biçimi ve yaşam tarzı şekilleniyor. yurtdışındaki deneyimde belirleyici olan özlem, gurbet gibi olguların getirdiği sızıdar duyguların altında anı kaçırmamak, hatta bu duyguları bertaraf edecek, sorumlu ve olumlu iletişim platformları oluşturmak, aileyle ve tüm sevdiklerle iletişimi sağlamlaştırmak, kopmak isteyene de yolunda mutluluklar dilemek, yaşama güzellikler katacak detayları ve girişimleri yakalayabilmek... insanın kalbini acıtan kopuşlar da oluyor, ayrılık demem çünkü ayrılık çift taraflı olur, bu tür kopuşlar genellikle mesafeden kaynaklı olmuyor, bazen faydalı da olabiliyor, insanın doğasındaki zaafları anlamak açısından, acıttığı can da bir şekilde uf olan yerini ovuşturup hayatındaki mutluluklara sarılıp yaşamaya devam edebiliyor. <br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://3.bp.blogspot.com/_waVV0Sjnbs0/TE8uswl-cGI/AAAAAAAAAXU/Ypk-8o-PxIM/s1600/fieldmuseum2.jpg"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;width: 150px; height: 200px;" src="http://3.bp.blogspot.com/_waVV0Sjnbs0/TE8uswl-cGI/AAAAAAAAAXU/Ypk-8o-PxIM/s200/fieldmuseum2.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5498665016535969890" /></a><br />dörtmevsim yurtdışında yaşamıyor, dörtmevsim evinde yaşıyor, nereye giderse gitsin evinde biliyor kendisini, eşi ve çocuğuyla iken... benim yerim mutlu olduğum yer, sevdiklerim ve sevenlerim yanımda, içimde, kalbimde, tüm mevsimleri yanımda, içimde taşıdığım gibi yaşarım, her anımda umut ve neşe...Nazlıhttp://www.blogger.com/profile/04171047862628113459noreply@blogger.com6