Sunday, May 15, 2011

sevgi

sadece günce olmaktan çıkıp yazmak isterim, sana, kendime, canım oğlum. uyku tutmadı, beraber yattığımız yataktan kalktım, yazmak istedim, ne yazmak istediğimi bilmeden yazmaya başlamak yine... şu anda türkiye'deyiz, 8 haziran'da chicago'ya dönene dek nasıl plan yaparım, nasıl buluşmak istediklerimle buluşurum bilemiyorum, bu sene yol yorgunluğu, saat farkı bizi çarptı. gelmeden önce artık türkiye'ye gitme zamanı diyordum, buluşmak güzel, ama uçağa binip amerika'ya dönesim var şimdi, yüzleşmeler zor, insanın kendi gerçekliğini karşısındakinin seni algılamak isteyişinden bağımsız anlayabilmesi böylesi buluşma dönemlerinde zor kimi zaman. kendimi özgür duyumsamak isterim hep ya, burada sanki ayağım bağlanıyor, tökezliyorum bazı bazı. bir dolu saçmalığın arasında, gerçekliğimden uzakta safsata algılayışların ortasında ben yani dörtmevsim kalakalmışken ipincecik ruhumun içine sığınıyorum, düşünüyorum. bugün ilk kez tanıştığım bir kadına içimde varolan, kimsenin bilmediği o gizli yerden, benden söz ettim, hiç kimsenin bilmediği gizli dünyamı, ne olduğunu söylemeden onun varlığını zikrettim. ne olduğunu kimsenin bilmediği ben. insanın sosyal yüzüne bulanan, geçmişinden gelen her türlü köklenmiş dışarıdan algılanış biçimlerinden arınmış o varoluş. annemin benim olmamı istediği, keşke böyle olsaydın, böyle ol isterim deyişine gülümseyen o beni seviyorum. ya da korla kavrularak, yana yakıla maruz kaldığım bir tavra isyan eden kendime bakıp, saçmalama ne var bunda, öyle oluversin deyiverebilen o içimdeki beni seviyorum. beni ve çocuğumu asla bir daha görmek istemediğini zikretmiş birisini görme olasılığının kapısını sırf o kişinin varoluşu için bile kıymetli olacağını bilişimden buyur ediverebilen beni seviyorum. sevildiğimi bilmek beni mutlu ediyor, koşulsuz, kayıtsız beni seven dostlarımı seviyorum. akşam sen arabada uyuyakalmışken, köfte ekmek aldığım dükkanın önünde saçıma sinen ızgara kokusunu seviyorum. yıllar önce yaşanmış, şimdilerde terk edilmiş o evin bahçesinde bomboş havuzun etrafını bürüyen otlara bakarken içimde duyumsadığım o cızlayışı seviyorum. bu satırlara yazarken eksik, gedik ifadelerimi seviyorum, hepsi o içimdeki gizilliği besliyor sanki. babanın senden 82 yaş büyük dedesinin bastonuyla oynayışına, ona o tatlı sesinle dede deyişine bayılıyorum. hayatın kimi zaman parça parça dağılmış, toparlanmayı bekleyen masum savrukluğunu seviyorum. uzaklıkların yakın olmaktan kimi zaman daha sevgi dolu oluşunu seviyorum. terleyen başının nemli bukleleri arasındaki o mis kokuyu içime çekerken uykumun çoktan kaçmış oluşunu seviyorum. az biraz sonra yanına kıvrılıyorum oğlum, sen en tatlı ve heyecanlı rüyana dalmışken...