Friday, March 25, 2011

bahardan önce

şubat ve mart ayları geldi geçti bile... sen ikinci yaşını doldurdun 13 şubat'ta Babil'im, canım oğlum. dünya çok karışık bu sene, biz kendi dünyamızın ayarlarını geniş pencereye çevirebiliyoruz baban sayesinde, odanın duvarındaki dünya haritasını gösteriyorsun, hiç ayak basmadığın nice yerlerde senin yaşındaki çocukların ne zor hayatları var. günlük hayatımızda olan biten önemli değişimleri anlatacağım tabii ki de ama satır aralarında annen neler hisseder, neler düşünür bu aralar bil diye yazacağım yine, insan doğasını anlamaya çalışma çabasının sonu yok, toplumsal direnişlerden bireysel kavgalara dek...

bebeğim sen 18 aylıkken başlamış olduğumuz tuvalet eğitimi meselesi sende 22 aylıkken klik etti, o zamandan beridir gündüzleri sadece külot giyiyorsun, geceleri yine de bez takıyoruz ama sabah kuru kalkıyorsun, küçüğünü tuvalete yapıyorken büyüğünü yapmamakta direniyordun, ama onu da yapıyorsun bebeğim, son birkaç haftadır yakala kaçır misali yapıyorken bu hafta artık büyüğün gelince bana söylüyorsun ve tuvalete gidiyoruz, alkış, heyecan! aferin oğluma, ben sana ne öğreteyim bebeğim, sen bana öğretiyorsun neler neler yapabileceğini, miniminnacık koca adamımsın sen benim.

dedenin bizi çok uzun soluklu bu ziyaretinde ona iyice bağlandın, amcan da geldi, dede diyorsun, amca derken c harfi zor geliyor, amma diyorsun, dede nereye gitti deyince kapıyı gösteriyorsun, dedenin yolculukları, babanın iş seyahatleri ile havaalanına yaptığımız sıkça gidiş gelişler sebebiyle uçak denen bu kocaman gökkubbe araçlarına ilgin arttı, bizi sevdiklerimize götüren, özlemlere sebep olan, deniz aşırı hayatımızın arabulucu dev araçları bunlar, uçur bizi, bizi de gezdir kanatlarında dercesine arabalardan daha da ilgili oldun uçaklara. konuşman, ifadelerin açıldı, olayları tanımlamak istiyorsun, dede gitti, dede bay bay. evde anne ve babanla türkçe konuşuyorsun ama ingilizce konuştuğumuz günlük hayatımız ve arkadaşlarımız arasında senin de ifadelerin iki dilli oluştu, ''gitti'' dediğinde ingilizce ''gone'' da diyorsun, ama araba demek yerine sadece ingilizce ''car'' demeyi tercih ediyorsun. o güzel kafanın içindeki süreçleri anlamak, duyumsamak istiyorum her an. tadını çıkarıyorum tatlılığının, beraber uyuyoruz, oynuyoruz, geziyoruz, bu eşsiz anlar geri gelmez diyerek tadına varıyorum, ama tadına doyamıyorum senin yavrum. bu yaz sonunda 2,5 yaşındayken okula başlayacaksın, çoktan hazırsın, haftada 2 tam gün gideceksin, hem seni çok özleyeceğim, hem de senin için çok keyifli olacağını düşünerek bu zamanı kendim için de iyi değerlendirmeye çalışacağım bebeğim.

kelimeler, ifadeler, tanımlar... kimi insan, beyninin anlamayı istediği şekliyle tanımlar etrafını, duymak istediği şekilde anlar olanı biteni, kendi yanılsamaları doğrultusunda çarpıttıkça güçlenir sanki, bilgin olmuştur, yalpalanarak dolaştığı zihninin duvarlarını dış dünyaya rengarenk yansıtmıştır, çok yönlülük diye adlandırdığı varoluşu, kararsız fikrinin ve kırık kalbinin sonucudur, kalbi kırık doğmuştur sanki, kırık olsun ister hep, tamir olmasın, hatta kıpkırık olsun hep ister ki bahanesi olsun odaklanamayışına, sorumluluk alamayışına. böylesi insanlar nicedir ve durumları oluruna bırakılmalıdır yavrum. yine de herkesin, herşeyin deneneceği bir başka şans daha vardır derim ben, esnetebildiğince esnet olasılıklarını evrenin oğlum. neden olmasın inatçı inek köprüden suya düşer belki kendine gelir, tabii kendi debelenmelerinde boğulmazsa.