Thursday, August 25, 2011

ilk gün

Okulun ilk günüydü bugün, belki de büyük değişimin öncesinde bunca zamandır suskun kalmış olmamın sebebi bugünün bekleyişiydi. Düşünmeden yazmak istiyorum, karşımdaki yoldan geçen bisikletliden bakışımı çevirdiğim gibi, telefonla konuşurken kahvesini yudumlayan sarı saçlı kadın içeri girmeden bu cümleyi bitireceğimi düşünüyordum ki yanılmışım. 2 yıl altı ay koyun koyuna geçirdiğimiz zamanın olanca hızıyla beni son çizgide geride bırakmış olmasına şaşırmadım, maratonu ne güzel tamamladım, ama şaşkınım, yeni koşuya hazır bile olduğumu düşünmezken kendimi iş başında buluyorum şu anda. Saniyelerin usulca aktığı saatime bakıyorum, oğlumu okula başladığı bu ilk günde kucaklamama çok az kaldı. Neden yazmadım, neden yazamadım? En son Türkiye’deyken yazmıştım, 3 aydan fazla olmuş bile.

Dışarıda telefonla konuşurken kahvesini yudumlayan kadın şimdi yanımdaki koltuğa oturmaya karar verdi, belki de onu yanıma oturması için çağıran benim. Benim gibi büyük bir kupada latte ısmarlamış, ikinci kahvesi, uzun oturacak belki, ben bir saate buradan çıkacağım. Hayatın içinde beynimin dalgalarını bilinç ve farkındalıkla, biraz da bağımsızca duyumsamak istediğim bir zamanı yaşıyorum. Şimdinin varlığı garip bir boşlukla ferahlıyor sanki, akıcılığını koruduğu kadar, boşaldıkça doluyor zaman. Neden yazmadım, neden yazamadım? Soruyu cevaplamak, dürüstçe cevaplamak için yazıyorum. Yazının kısıtsız somut ferahlığına sığınabilir miyim? Zihnimin şaşkın bakışını kalbime dokunarak odaklıyorum. Kelimelerimi neden bu kadar özlemişim? Beynimde düşündüğümden farklı olamaz yazdıklarım. Olabilir. Düşüncelerimi yazdığım o an yakaladığım kalıcılık ve duruluk, ifade bulmaktaki arzumun sıfatları. Ne dediğimi bildiğim ve anladığım kadar ne bilmek ne de anlaşılır olmak istiyorum şu anda. Sadece yazmak istiyorum. Hiç konuşamadığım, hiç paylaşamadığım kadar yazmak. Kimse yok, ben ve ben varız. Neden yazmadım, yazamadım bunca zaman?

Oğlum büyüdü, koca adam oldu, hatalarımla, doğrularımla, ki bilmiyorum hangi kategorilerde nasıl toparlarım bunları, sevgi dolu, mutlulukla büyüdü, büyüyor. Mayıs ayında Türkiye’de kaldığımız 4 hafta sonunda anladım ki oğlum okula hazır, görmek, tanımak istiyor. Haftada iki gün okullu oluyor benim oğlum, Salı ve Perşembe. Haziran ayında Türkiye’den döndüğümüzde biraz şaşkındım, ilk defa hem burada hem de orada, aynı anda olabilmeyi istediğimi farkettim, burasını olduğu kadar orasını da yaşamak ve oğlumla da paylaşabilmek istediğimi farkettim, dünyamı ne kadar çok genişletmek istediğimi, oğlumun evrenini katmanlar ve derinliklerle enginleştirmeyi, ona yalın ve ahenkli bir cümbüşün varlığını göstermeyi arzuladığımı anladım, çoktan biliyor ki oğlum, ben kimim ki ona dünyayı göstereceğim? O güzel çocuk beyninde, ruhunda sevgiyi, sevilmeyi bilmesinin de duru gücüyle çoktan aralamış olduğu kapıların ardındakı o duru ışığı keşfetti biliyor benim oğlum. Temmuz ayında arabamıza seyahat ihtiyaçlarımızı koyduğumuz gibi batıya doğru yola çıktık. South Dakota eyaletinin de batısına gittik. Bütün eyaleti boydan boya geze geze geçtik. Chicago’ya geri döndüğümüzde bir haftalık bu seyahatin ne kadar da rahat geçmiş olması bizi mutlu etti. Neden yazmadım, neden yazamadım bunca zaman? Seyahatin ardından Ağustos ayında girdiğimiz anda geri sayım misali zamanın hızlıca geçeceğini biliyordum, geçen hafta Wisconsin’de yaptığımız kısa tatil sonrasında haftanın başlayışıyla aralandı kapı, değişimin kapısı, büyük başlangıç, okulun ilk gününde koynumdan ayırdığım yavrumu yepyeni bir ortama atıverecektim.

Salı günü öğretmeni Kim evimize geldi, her türlü donanımının ötesinde kapıdan içeri girer girmez yaydığı olumlu ve ılımlı enerji ile biliyordum ki Babil bu genç öğretmenin sınıfında çok mutlu olacaktı. Dün ise Babil ile beraber bir okul ziyareti yaptık. Bir saatliğine dışarı çıktığımda bensiz çok da rahat olduğunu görünce bugün o kadar da zor olmaz sandım. Babil için kolaydı ama ben duygusaldım. Oğlum babanla gelip seni alacağız sonra, kardeşlerle oyna, yemeğini ye, uykunu uyu, gelip seni alacağız akşamüstü diyerek ayrıldığım oyun odasının kapısı arkamdan kapandığında içime bir ateş indi, aylardır içimde gezen ateş kalbimin ortasında bir delik açtı sanki. Gözlerimin ıslanmasını engelleyemeyişim engin bir mutluluk duygusundan. İçimdeki gücü yeniden kavrayışımın şerefine, inandığım herşeye, içimdeki sevgiye sarılışımın şerefine. İnsanın yavrusuna duyduğu sevgi, yeryüzünde insanoğluna olan inancın hiç sönmeyeceğine dair bir umut ışığı. Neden yazmadım diye sormuyorum, yazıyorum, şimdiyi, geçmişin eşsiz bilgisi ve bilinciyle, umut dolu, yazıyorum. Gözlerim nemleniyorsa yapabildiklerimin ve yapabileceklerimin şerefine. Oğlumun varlığına, nice mutlu başlangıçlarına. Yeniden yazıyorum.

1 comment:

Didem Mollaoglu said...

Şimdi ben ne salak bi kadınım, böylesine bir yazıyı Tindersticks'in Lets Pretend'iyle okudum ve hıçkırıklara boğuldum. Prensimiz büyüyor kuzucum. Ne mutlu ki ona annesiyle doya doya zaman geçirdi, mutluluğu ondan. Her ortama uyum sağlayışı annesinin sevgisini ta derinden hissetmesinden. Annesi gibi pozitifi bir çocuk oldu. Daha güzel günlerini göreceksin elbet bu sadece bir başlangıç. Daha beraber mutluluktan, gururdan ağlayacağımız günlerimiz olacak dostum. Öpüyorum